Uluslararası toplumu etkileyen ve sistemde değişikliklere yol açan önemli kararların arkasında kişilerin olduğu konusu uluslararası politika öğretisinde önemli bir yer alır. Nitekim; dünyada olumlu-olumsuz büyük dönüşümler, savaşlar, göçler, ödenen bedellerde kişilerin imzası vardır. Trump'ın tartışmalı Kudüs kararını duyguları(mızı) bir kenara iterek bilişsel açıdan ele alırsak; risk analizi ve karar sonrası aşamaları dikkate almadan devlet politikasına ters bir adım at(a)mayacağını da teslim edebiliriz. Kudüs kararı, yeni bir politika tarzından çok, yürürlükteki politikaların bir sonucudur. Önce bunu görmek gerek.
İki kutuplu sistem sonrasında, liberalizmi tırmanışa geçiren "yeni dünya düzeni" yakıştırması, ABD'nin kendisini başat güç ilanıydı aynı zamanda. "Dünya bir düzene mi, düzensizliğe mi sürükleniyor?" 90'lı yılların yakıcı sorusuydu.

"Düzen"den ABD'nin ne anladığı, 2000'li yıllarda dillendirilmekle yetinilmeyip uygulamaya konulan BOP Projesi ile anlaşılmış olmalıydı. Önce BOP, sonra GOKAP diye geliştirilen projeye göre, Orta Doğu'ya sınırlar ve yönetim biçimleri de dahil yeniden biçim verilecekti. "Arap Baharı" diye pazarlanan ayaklanmalar, iç karışıklıklar, savaşlar, çeşitli terör örgütleri aracılığı ile yürütülen eylemler ve dış müdahalelerle Afrika'nın kuzeyi dahil, Ortadoğu ülkelerinin yaşadığı ve hepimizin tanıklığın utancına dahil edildiğimiz trajediye, Trump'ın Kudüs kararı ile oldu bitti  tarzında dayatma eklendi.  
             
"Proje bitti" diyenler yanılıyorlar; tüm hızı ile devam ediyor. Türkiye'yi de Ortadoğu'nun kaderine ilikleyen süreç bu proje içinden okunmalı. Değişecek sınırlar içinde yer alan ülkelerden biri olduğumuz konusunda, en başından bu yana "asıl hedefin Türkiye" olduğunun altını çizerek yazdıklarım dikkatli okurun belleğindedir. "Dolanarak ve dolayarak, Türkiye üzerinden ve Türkiye ile..." diyerek özetlediğim bir strateji ile dahil edildik kaynayan kazanın içine...
             
Bugün geldiğimiz noktada temel soru; Trump, Kudüs konusunda BM Genel Kurulu'nun kararına uyup geri adım atacak mı? Yanıtını tüm dünya biliyor olmalı. ABD, kararı Trump'a mal etmek yerine, arkasında durarak Birleşmiş Milletler'de karar aleyhinde başlatılan süreci veto etti. Dolayısı ile karar Trump'a ait olmaktan çıktı. ABD, Trump üzerinden dünyaya kafa tutup, tehdit yolu ile dayattığı sonuçta ısrar edeceğini gösterdi. Veto ile kendi kararının arkasında duracağını gösteren ABD'nin, üstü kapalı, dolaylı tehditlerin yerini, açık tehditlere bırakmış olması, dünyanın gidişatı konusunda endişelerimizi çoğaltacak en önemli başlık. Tehditkar, baskıcı, adalet ve hakkaniyet anlayışından uzak, ben yaptım oldu mantığına dayalı yönetim biçimlerini kışkırtarak aşırılaşmaya cesaretlendirici tehlikeli bir adım.
          
Kurul kararını hiçe saymak; İkinci Dünya Savaşı sonrasının, iktidar karşısında muhalefet edenlerin de güçlendirildiği, baskıcı -tekçi ve çoğunlukçu- iradelerin yerini çoğulcu iradenin temsil edildiği kurullarla dengelendiği kurumlar yerine, kişi odaklı iradelere ön aldırarak otoriter anlayışı güçlendirmek anlamına geliyor.
          
BM Genel Kurulu'nun kararlarının kesinliği olmayışını; büyük devletlerin kendi güçlerini kurumsal bir yapı içerisinde sağlamlaştırarak güçlü bir organizasyon ile sürdürme iradesine dayalı bir kurumsallaşma diye özetleyebileceğimiz BM'nin yapısı ile açıklayabiliriz. En başından güçlülerin ittifakı olarak kurulu ama evrensellik iddiası ile güç kazanmış bir yapı diyebiliriz. Buradan; "Olmalı mı? olmamalı mı?" tartışmasına girmek, ortaya çıkma amacını unutmak demektir. Milletler Cemiyeti'nin savaşları önlemede başarısızlığı neden gösterilerek yerine kurulan BM, ABD'nin "güç bende" başlıklı gösterisi ile son bulmamalı. 193 ülkeden 128'inin tehditlere karşın, sinik davranmak yerine, Trump'ın Kudüs kararına karşı oy kullanarak, "başat güç değilsin" mesajını vermelerini, BM'in gerçek amacında ısrar eden bir dünyanın var olduğunun göstergesi kabul etmek gerekir.
         
2000'li yıllarda giderek öne çıkan, sonuca dayalı dayatmacı politikaları ile güç gösterisi yaparak önem kazanmaya çalışanlara odaklanmak yerine; üzeri sürekli örtülen direniş öykülerine odaklanarak nedensellik bağı kurulan içerik analizlerine yönelmek için önemli bir adımdır 128 ülkenin ABD'nin Kudüs kararının karşısında durması.
         
Ne olacak? Yaşayıp göreceğiz. ABD, bu ülkelerden gücü yettiğine yaptırım uygulayarak, resmi kararlarından fiili olarak vazgeçtiklerini göstermek için Kudüs'te elçilik açtırmaya çalışacaktır. Geri adım atmak yerine, yeni ileri adımlar atması beklenen sonuçtur. ABD'nin geri adım atan bir ülke pozisyonuna düşürülmesine aracılık ederek Trump yerinde kalamaz. Tam tersine, Trump'a karşı olanların bile sahiplendiği büyük Amerika imajını pekiştirme gayretine girecektir. Trump da dahil, hiçbir ABD yöneticisi kökleşmiş imaja ters bir karar alamaz. Herkes yeni stratejisini bu gerçeğe göre kurmalı.
         
Duygusal bir analiz yapacak olursak, hepimizin Trump'a yüklenmemiz gerekiyor ve genelde yapılan ve yapılması istenen de bu.
Bir adamın çirkin yüzüne bakarak dünyanın çirkinlikleri ile baş edemeyiz.
Gerçekten baş etmek istiyorsak, çirkin yüzün gerisine bakmayı, onu sisteme monte eden aklı sorgulamayı akıl etmeliyiz.