Ameliyat masasından kalkıp başta İzmir'de olmak üzere Suriyeli sığınmacıların yaşadığı drama sessiz kalmayan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, Türkiye'de kapasitesinin çok çok üzerinde sığınmacı olduğunu söyledi. Terzi, 'AB Türkiye'ye aman bize mülteci gönderme-tampon görevini üstlen diyor. AB'nin esir kampı haline geldik' diyor.

Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, Türkiye'nin alanında en iyi genel cerrahlarından biri. İnsanlara sağlık dağıtmak için din-dil-ırk-cinsiyet fark etmeksizin yardım edeceğine dair ettiği Hipokrat yeminine sadık kalan Prof. Cem Terzi, Türkiye'de yaşanan başta Suriyeli sığınmacılar sorunu olmak üzere pek çok soruna karşı duyarlılığıyla biliniyor.

Ameliyat masasından kalkıp, Suriyeli sığınmacıların İzmir ve büyük kentlerde yaşadığı drama sessiz kalmayan Halkların Köprüsü Derneği Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi, Türkiye'nin kapasitesinin çok çok üzerinde sığınmacı sayısı ve AB'nin 'Aman bize mülteci göndermeyin-tampon ülke olun' baskısı arasında sıkıştığını düşünüyor.
Bu düşüncesini, 'AB de 'Bize aman mülteci gönderme. Tampon görevini üstlen' diyor. Türkiye AB'nin esir kampı haline geldi' şeklinde dile getiren Prof. Cem Terzi, sığınmacıların mülteci statüsüne alınması gerektiğini vurgulayarak, uluslararası kamuoyu ve kurumların harekete geçmemesi durumunda, cesedi kıyıya vurmuş fotoğrafı dünyada büyük yankı uyandıran Aylan Kurdi adlı minik çocuğun durumunun benzerlerinin sona ermeyeceğini belirtiyor.

Cem Terzi ile Suriyeli sığınmacılar, Türkiye-Ortadoğu'da başlayan ve giderek yaygınlaşmaya başlayan savaş ortamı, Türkiye'nin savaş tezkeresini meclisten geçirmesinden başlayıp, İzmir Basmane'de başta olmak üzere, yaşanan Suriyeli sığınmacı sorun ve sıkıntılarına dair bir söyleşi yaptık.

*Ortadoğu savaş alanı ve büyük göç hareketleri başladı. Dünyanın demografik yapısı değişiyor diyebilir miyiz? Türkiye de tam geçiş güzergâhında.

Evet. En büyük fotoğrafa bakalım önce isterseniz. Bu göç hareketlerinin en önemli nedeni Ortadoğu'da bu savaşı başlatanlar. Bu savaş emanet savaşı. Literatüre böyle geçti. Esed kendi halkına kıyım uyguluyor. ABD ve Rusya da bilfiil orada olmadan kendi enerji politikaları ve enerji yolları bir şekilde ucuz enerji için bütün Ortadoğu'yu savaş alanı haline getirdi. Birinci nokta, savaşı durdurmadan, göç ve mülteci sorunu asla çözülemez. Uluslararası camianın ve dünya halklarının kendi hükümetlerini barışçıl politikalara zorlaması gerekir. Başka hiçbir yolu yok. Çünkü savaş giderek büyüyor. Üç ay dediler, 3 yıl oldu.

İkinci mesele sınır politikaları. Gerek Avrupa ülkelerinin gerekse de Türkiye'nin bu savaştan kaçan insanlara geçici misafir muamelesi yapması. Sadece 3 ay kalmak üzere izin kâğıtları vermesi. Bunlar artık gerçeklerle bağdaşmıyor. Bu insanların Yunanistan'da kalma süreleri 3 ay. Başka bir ölüm botuna binecekler.
Bu politikaların hiçbiri gerçekçi değil. İnsanlık ve insan hakları açısından AB dışarıdan mülteci almamak için sınırdaki güvenlik politikalarını, tel örgütlerine, polislerine yılda 3 milyar Euro harcıyor. Oysa bu 6 milyon savaş mağduruna hiçbir dişe dokunur bir ekonomik yardım yapılmış değil hala.

Türkiye, bu insanların geri döneceği hesabında. Bu doğru olabilir ama 30 yıl sonradan bahsediyoruz. Resmen kafayı kuma gömmek, gerçeği görmemek durumuyla karşı karşıyayız. Kısa sürede bu insanların dönmeyeceğini artık herkes biliyor. Bu durumda bu insanlara mülteci statüsü verilmesi gerekiyor. İki, uluslararası kamuoyu, BM'yi bu mülteci sorunuyla baş etmek üzere göreve çağırması gerekiyor.
Kamplar açıkhava hapishanesi gibi

*Türkiye'deki mülteci sayısı kapasitesinin üzerinde ve bu birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Türkiye'nin sığınmacı-mülteci profili nedir?

Süreç giderek daha kötü hale geliyor. Bunun da en önemli nedeni, Türkiye'deki mülteci sığınmacı sayısının kendi kapasitesinin çok çok üstüne çıkmış olması.
Dünyada hiçbir ülke milyonlarca insanı 2-3 yıl hazırlık yapmadan uluslararası yardım almadan ve iyi bir iç organizasyon yapmadan karşılayamaz böyle bir akını. Nitekim Türkiye'de bu anlamda felaket yaşanıyor.

Sözde 12 ilde ve AFAD kamplarında misafir edilecekti. Bu kampların kapasitesinin ve 12 ilin dışında büyük illerde, ekonomik imkânları olan illerde yoğunlaşmaya başladılar. Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Bursa, Kocaeli... Doğal olarak insanlar ekonomik olarak yaşayabilecekleri yerlere göç ediyorlar.
Ülkenin planı kamplarda ve belli bölgelerde tutmak ve bir süre sonra geri gönderme idi. Geri gidemezler çünkü savaş sürüyor. Kamplarda tutamıyorsunuz kapasitesini aşmış durumda. Koşullar kötü. Açıkhava hapishanesi olarak görülüyor.

Kamplarda bir iki ay kalınır. 2 yıl kal demek cezaevinde kal demek oluyor. Büyük şehirlere gelmelerinin nedeni belli. Resmi rakamlara göre 70 bin. Bizim tahminlerimize göre 400 bin.
Bunun nedeni 'Buralardan acaba Avrupa'ya geçiş yapabilir miyim?' düşüncesi. AB bize 'Aman bize mülteci gönderme. Tampon görevini üstlen' diyor.
Türkiye AB'nin esir kampı haline geldi. Bu soruna böyle yaklaşıldığı sürece hiçbir çözüm bulamayacağız. Bir devlet kapılarını açmış ve o devletin vatandaşları bu insanlara evlerini açmış, yemeğini paylaşmışsa bunun mutlaka bir yasal-hukuki zemine taşınması gerekiyor.

Kapıları açmak yetmiyor

*Tezkere meclisten geçti, Türkiye savaşa mı girecek?

Gerek ülke içinde gerek Ortadoğu'da biz sürekli barışçıl politika üretmeliyiz. Türkiye savaşçı söylemlere yöneldikçe sorunlar büyüyor. Irak ve Suriye'deki savaş tezkeresi de çıkınca bu insanlar buradan kaçmaya çalışıp farklı ülkelere gitmeye çalışıyor. Çünkü Türkiye'nin savaşa girebileceğini ve Türkiye'nin Suriyelileşeceğini düşünüyorlar.
Bu insanlar korumasız. Kapı açmak yetmiyor. Kapı açtığınız insanlara hak ve hukuk tanımazsanız delik botlar-sahte can yelekleri-çocuk işçiliği gibi her türlü istismara açık hale getirirsiniz.

*Ülkemizdeki Suriye kökenli sığınmacılara verilen yasal statü nedir?

Hem Türkiye'nin hem Avrupa'nın bu insanlara verdiği statü geçici misafir ya da göçmen şeklinde olduğu için iltica haklarına kavuşamıyorlar. İnsan tacirlerinin eline düşüyorlar. Tıpkı 2'inci Dünya Savaşı'ndan sonraki göçe benzer bir göç dalgası ile karşı karşıyayız.

Adını doğru koyup var olan yasaları doğru işletmezsek insanları kriminalize edip onları ölüme kendi elimizle gönderiyoruz. Bunların hepsinin mülteci statüsüne alınması gerekiyor. 3 milyon mülteciyle baş edemediğini açıkça ilan etmesi ve tüm dünya ülkeleri ve varsıl Batıdan Cenevre Sözleşmesini yerine getirmelerini istemesi gerekiyor. Bu birkaç ülkenin Ürdün, Mısır ve Türkiye gibi birkaç ülkenin baş edebileceği bir sorun değil çünkü.

*Türkiye büyük bir konukseverlik gösteriyor ama trajik görüntüler de yaşanıyor. Basmane'de olduğu gibi...

Türkiye toplumu 3 yıldır bunca insana bakıyor. Halk bakıyor. Bizde hala bir nefret yok. Ayrılıkçı istenmeyen söylem oluşmamışsa bu toplumumuzun hoşgörüsü ve komşuluk hukukundan kaynaklanıyor. Devletler uluslararası alanda bir hukuk oluşturmuyor ama nedense.
Bu durum böyle devam edemez. Örneğin Basmane'de dram yaşanıyor. İnsanlar 40 derece sıcağın altında çocuk, hasta, yaşlılarıyla birlikte asfaltın üzerinde egzoz gazını yiyerek, tuvalet olmadan, aylardır banyo yapmadan, yiyecek bulurlarsa yiyerek, yaşamaya çalışıyorlar. Yanı başlarında fuar var. Çok rahatlıkla kamp alanı yapılabilir fuarda. Sağlık merkezi kurulup insani koşullar yaratılabilir. Bunu belediye ve valilik yapmalı. 150 kişi gönderdiler ama 300 kişi geri geliyor. Hem Valiliği hem belediyeyi görevlerini yapmaya çağırıyoruz.

*Önümüz sonbahar ve kış. Şu anda sokaklarda yaşanan görüntüler havalar soğuyunca daha farklı boyuta bürünecek gibi. Ne yapılmalı?

Son Basmane'ye çıktığımızda yardım malzemesi dağıtıyorduk. Suriyeliler bize bir daha gelecek misiniz, şimdi yaz, yarın kış olunca ne yapacağız, başımızı sokacak bir delik istiyoruz, bizi insan tacirlerinin eline bırakmayın diyorlardı. Şu çok açık, bu insanların barınma, beslenme, iş bulma, sağlık ve eğitim hakları uygulanmıyor. Bu yüzden başka ülkelere gitmeye çalışıyorlar.
*Bot batınca ortaya çıkan trajedide kıyıya vuran minik çocuğun fotoğrafı yürekleri dağladı. Tüm dünyada bir duyarlılık oluştu. Sizce yaşanan drama yönelik dünyada da bir farkındalık oluştu mu?
Bodrum'da kıyıya vuran çocuk insanlığın kıyıya vurduğunu gösterdi. Tüm dünya kamuoyunda da büyük duyarlılık var. Şu anda gerçekleri konuşmanın tam zamanı. Tüm bunları anlamak, ülkelerin halklarına anlatmak için bir imkân var. Herkesin gözü-kulağı açıldı. Bu trajedinin nedeninin savaş olduğunu halklar anlıyor. Sınır politikalarının ve iltica statülerinin değiştirilmesi gerektiği artık dünya halklarına anlatılabilir. Ve baskıyla hükümetler göreve çağrılabilir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı dünyadaki bu duyarlılığı harekete geçirmeli.

Salgın başlarsa sorumlusu kim olacak?

*İzmir'de başta Basmane olmak üzere yaşanan drama yönelik yerel yönetimler ve merkezi hükümetin tavrı ve yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yerelden baktığımızda da, gerçekten çok acımasız buluyorum yerel yöneticilerin tavırlarını. Yasalar bize başka şey söylüyor demek. İzmir mülteciler için ayrılan 12 kentten biri demek bahane. Hangi yasa 'fuardaki ağacın gölgesini Suriyelilerden esirgeyin' diyor. Böyle bir yasa var mı? Bu insanlar dışkılarını sokağa yapıyor. Bulaşıcı hastalık tüm İzmir'i tehdit edecek hale gelirse, bunun sorumlusu kim olacak? Yerel yönetimlerin yapabileceği en basit çözüm Fuar alanı ve orası çok müsait.

*Yani sığınmacı Suriyeliler Fuar'a mı yerleştirilsin diyorsunuz?

Evet. Fuar da bitiyor. Çadırlar ya da prefabrik yapılar kurup barınma noktaları kurmalı. Burada bir sağlık merkezi kurup birinci basamak sağlık hizmetlerinin verilmesi gerekiyor. Yine fuar alanı içerisinde eğitim faaliyetleri verilmesi gerekiyor.

Bunlar için yerel yönetimlerin hem parası hem imkânları var. İsterlerse bu sorunu çözerler. Bizler de STK'lar olarak canla başla destek veririz.
Valiliğin İzmir'i bir mülteci şehri yapmayacağız yaklaşımını çok gayri insani buluyoruz. Bu ancak bir temenni olabilir. Çünkü bir, Suriyeliler bu kararı kabul etmiyorlar. İzmir'e gelmek istiyorlar. Onların hareketlilik hakkı ellerinden alınamaz. İki, İzmir demokrasi-özgürlükler-kadın şehri. 8 bin yıl boyunca göç almış tam bir göçmenler şehri. Bulgaristan'dan göç aldığı zaman İzmir kapılarını açtı. Bu insanların etnisitesi farklı diye mi kapılarımızı açmıyoruz? Ayrıca ülkenin ekonomik olarak ilk onunda İzmir. Böyle büyük bir göç ancak ekonomisi canlı şehirler tarafından absorbe edilebilir. İzmir de bunlardan biri. Tabii ki üstüne yapacak ekonomik olarak. Güneydoğudaki birkaç fakir kente bırakamayız ki. Hükümete de şunu söylemeliyiz: Ölüm teknelerine binme eğilimi arttı. Çünkü savaş politikaları bu sonucu doğurdu.

*Türkiye'deki sığınmacılara halk kapısını açtı, hoşgörülü davrandı ancak işlerin kaybeden insanlar ve sığınmacıların suç işlediğine inananlar da azımsanmayacak oranda. Halk hoşgörüsünü kaybeder mi?

Yurtdışında bazı STK'larla da ilişki içindeyim. Bu sayıda göçün olduğu bu ülkede bizim rahatsızlık dediğimiz istisnai olaylar az sayıda aslında. Başka bir ülkede böyle duyarlılık olmazdı. İşini kaybedenler var, buna rağmen onlara nefret yok. Kimse mülteciye yönelmiyor. 'Benim işim gidiyor, devlet bu işe çare bulsun' diyor. 
Uluslararası hukuk çalışmıyor ancak topraklarımızın geleneksel komşuluk hukuku çalışıyor. Ancak elbette bunun da bir sınırı var. Bir an önce önlemler alınmalı.


Suriyeli bebeklere vatandaşlık verilmeli

Türkiye'de doğan yüzlerce hatta binlerce çocuk var. Bu çocukların yasal durumu nedir? Ne olacak?

Evet dediğiniz gibi Türkiye'de doğan binlerce bebek var. Savaş ve afet durumlarında üreme artıyor. Depremler ve savaşlarda hep böyle oldu. Çok sayıda Suriyeli bebek ülkemizde doğdu. Bu bebekler vatansız. Vatandaş olmak için Türkiye Cumhuriyeti'ne mensup aileden doğması gerekiyor. Bizim prensibimiz kan bağı üzerinden. Oysa bu çocuklar ülkemizde doğdular, biz gelecek vaat etmezsek hiçbir gelecekleri olmaz. Bu bebeklere vatandaşlık kanun değişikliğiyle verilmelidir. Bunları vatansızlıktan kurtarmak zorundayız. Burada doğanlar için söylüyorum. Bizim çocuğumuz artık burada doğanlar.