Sonbaharı, Alaçatı’da çok özel bir akşamla karşıladık. Eski bir depo alanına inşa edilen The Stay-Warehouse’a, Fazıl Say konseri vesilesiyle, ilk kez gittik.

Mekana adım attığımız anda, başka bir dünyaya giriyoruz. Büyük bir titizlikle tasarlandığı anlaşılan bahçe bizi kucaklayıp “etkinlik ve buluşma alanı” olarak tarif edebileceğim bölüme yönlendiriyor. Bahçe, havuz, havuz başı ve mekanın tüm diğer unsurları, loş bir ortam oluşturacak şekilde aydınlatılmış. Karanlık, duyumsamayı yükseltiyor, hayal gücünü daha fazla çalıştırıyor.

Konser alanı, üç tarafı kapalı, yüksek tavanlı, depo hissini koruyan modern bir mekan. Siyah kuyruklu piyano, alanın tam ortasındaki platformun üzerinde. Önü ve arkasındaki merdivenler, otel odalarına çıkıyor.

İzleyiciler, piyanonun iki tarafındaki sandalyelerde yerlerini alıyor. Boş sandalye kalmayınca konuklar merdivenleri de kullanıyor, böylece piyanonun dört yanı seyircilerle doluyor.

Davetliler arasında birçok tanınmış kişi var. Cem Yılmaz, en önde oturuyor. Son filminin oyuncularından Zafer Algöz ile Mert Fırat’ın yanı sıra İlhan Erşahin, Teoman ve Koray Candemir de oradalar.

Say, “Chopin-Nocturnes” albümünün piyasaya çıktığı gün verdiği bu resitale, albümden üç eser ile başlıyor. Chopin’in şiirsel gece müzikleri, atmosfere çok yakışıyor.

Konser, Satie’nin Üç Gnossienne’iyle devam ediyor. “Gnossienne” müzikal yapısı ve kelimesi, Satie’nin icadı. Bu eserlerin basit ama sofistike, gizemli, yenilikçi ve hafif karanlık ruhu da ortamla örtüşüyor.  

Sıra, Say’ın kendi bestelerine geliyor. Say’ın piyanistliğinin tüm dünya tarafından alkışlandığı, ödüllendirildiği malum. Besteciliği ise, bana göre piyanist kimliğinden daha da özel.

Kara Toprak, ilk kez yaklaşık yirmi yıl önce İzmir’de verdiği bir konserde dinlediğimden beri etkisini yitirmiyor. Bu parça, geçtiğimiz hafta Milano’daki uluslararası bir yarışmada birinci olan on üç yaşındaki İzmirli Kaan Turan’ın, yarışmada çaldığı eserlerden de biriymiş. Yarışma sonunda Turan’a bu eseri bildiğini ve çok beğendiğini söyleyen birçok kişi olmuş.

Bu eseri, İstanbul’da Bir Kış Sabahı ve Ses besteleri takip ediyor. Say, Gershwin’in Summertime’ını yorumladıktan sonra, aslında son bir parçayla konseri tamamlamayı planladığını fakat atmosferden etkilenerek programa bir eser daha eklemeye karar verdiğini söylüyor.

Seyirciler arasındaki sanatçılara gönderme yaparak, sanatçıların kendi ifade dilleriyle birer “dünya yarattığını” anlatıyor. The Stay’i yaratarak bizleri adeta ayrı bir dünyaya götürenlerin de sanatçı gibi emek verdiklerini gördüğünü söylüyor.

Say’ın çalmadan önce hikayesini anlattığı Batık Katedral eseriyle, Debussy de bir dünya yaratmış. Atlantisvari eski bir medeniyetten kalma kocaman bir antik katedral, okyanusun derin sessizliğinde ve kıpırtısız soğukluğunda, dalgaların hareketi ve dağılan sis içinde suyun üstüne çıkıyor. Korosu ve çanları, tüm görkemiyle tınlıyor. Sonra katedral tekrar yavaş yavaş suyun altına gömülüyor ama korosunu, çanlarını suyun altından duymaya devam ediyoruz. “Tüm bunlar beş dakikalık bir piyano eseriyle nasıl anlatılır?” diyor Say. “Dahi olursanız, anlatabilirsiniz.”

Programı Mozart’ın Türk Marşı’nın caz yorumuyla noktalayan sanatçı, yoğun alkış üzerine, kızı Kumru için bestelediği aynı adlı eser ile bis yapıyor.

Bu etkileyici konserin ertesi akşamı, aynı mekanda ünlü Ressam Ertuğrul Ateş’in sergisi açılıyor. “Türkçe Pop” başlıklı sergi, Contemporary İstanbul’dan önce Alaçatı’da izleyiciyle buluşmuş oluyor. Uzunca sohbet ettiğimiz Ateş’in, yaşadığı Alaçatı için çok önemli projeleri var.

On iki ay boyunca kültürel ve sanatsal etkinliklerin düzenleneceği The Stay ile Alaçatı, bu bağlamda çıtasını yükselten, otelden öte bir mekan kazandı. Bununla beraber Ateş’in sözleri ve her iki akşamda konuklarla sohbetlerimiz, çok da uzak olmayan bir gelecekte Alaçatı’nın dünya standartlarında bir kültür-sanat merkezi haline gelebileceğini düşündürüyor.