Son yıllarda sıkça telaffuz edilmeye başlanan 'algı yönetimi' kavramı, her ne kadar yakın bir zaman diliminde ABD Savunma Bakanlığına bağlı birimler tarafından terminolojiye kazandırılmış olsa da söz konusu kavrama yüklenen içerik incelendiğinde oldukça eski bir yöntem olduğu anlaşılmaktadır. Zira algı yönetiminin özünü, 'ikna ve inandırma faaliyetleri' oluşturmaktadır. Bu çerçevede tarih boyunca gerek fert bazında gerekse de kurumsal temelde hedef kitleleri etkilemek için bu metot kullanılagelmiştir.

Algı yönetimi, hedef kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda kandırmak ve onları kendi hedefleri doğrultusunda kullanacakları birer unsur haline getirmek amaçlı bir iletişim disiplini olarak tanımlanmaktadır.

Bu kapsamda algıyı yönetmekle görevlendirilen kişi ya da birimler tarafından hedef nüfusun istenen kıvama gelmesi için çok sayıda yöntem ve adım izlenmektedir. Önce herhangi bir konuda ikna edilmesi, değiştirilmesi ve etkilenmesi gereken hedef kitle ayrıntılı olarak analiz edilmekte, güçlü ve zayıf yanları ortaya konulmakta ve hassas noktalar tespit edilmektedir.
Daha sonra elde edilen sonuçlara göre sloganlar ve propaganda temaları geliştirilmektedir. Bu aşamada medyanın da oyuna dahil edilmesi ile birlikte sanal gerçeklikler oluşturulmakta ve dolayısıyla gerçek ile kurgu arasında ayrım yapılması zorlaşmaktadır. Bu durum Amerikalı Siyasetçi Henry Kissinger tarafından, 'Bir şeyin gerçek olması pek o kadar önemli değildir; fakat gerçek olarak algılanması çok önemlidir' şeklinde dile getirilmiştir.

***

Günümüzde gerçekleri gizlemek, olanı başka türlü aktararak inandırma ülkemizde gayet başarılı bir algı yönetimi ile sürdürülüyor. Ergenekon davası olarak bilinen yargılamada, çatı aralarında bulunan el bombaları, arazi kazılarında çıkartılan görsel basına boy boy servis edilen silah ve cephaneler, yazılan makaleler, kitaplar, suikast planları, ihtilal planları tam bir algı yönetimi ile halkın birçoğunu inandırmışken, delillerin sahteliği, gizli tanıkların tutarsız ifadeleri, üstüne bir de usulsüz
yargılamanın AYM'den dönmesiyle algı yerle yeksan olmuştu. Üstüne üstlük, Gezi Parkı olayları ile yaratılmış bir korku algısı da geriye döndü.

Şimdilerde yeni algılar yaratılmaya çalışılıyor. Bıçak sırtındaki ekonomi, çarşı pazarda füze hızıyla artan fiyatlar görmezden gelinip, ekonominin ne kadar iyi olduğu algısı yaratılmaya çalışılıyor. Etrafımız tam bir yangın yerine dönmüşken, dışişlerimiz her konuda iflas etmişken ne kadar etkili bir ülke olduğumuz algısı yayılmaya çalışılıyor. Daha dün BM'de güvenlik
konseyi geçici üyeliği için yapılan seçimde kaybımız göz ardı edilerek. Suriye için daha önce söylenenler birer birer geri adımlara dönüşüyor. Dünya lideri algısı yaratılmış CB, Atatürk'ün mirası Çankaya'yı terk ederek, ruhsatsız bir binada Cumhuriyet Bayramı kutlamaları hazırlıyor. 'Cumhuriyeti' çıkartıp 'Türkiye Cumhurbaşkanı' imzalı davetiyelerle. Bu da
yeni bir algı yönetimi olsa gerek.

***

Gazi üniversitesi iletişim fakültesinden Doç. Dr M. Sezai Türk, bir yazısındaki bir bölümde 'Sosyologlar, kitlelere bir şeyi yaptırmak için üç etkili yol bulunduğundan söz ederler. Zor kullanma, para ile satın alma ve inandırmak. Halkın bir yeniliğe bir sosyal değişime uymasında, alışmasında halkla ilişkiler sanatının kullandığı işte bu üçüncü yoldur.

İnandırma; algılama yönetimi bu 'inandırmayı kişilerin bilinçlerine ve psikolojilerine seslenerek' gerçekleştirir. Ve artık tüm dünyada en önemli bir enstrüman olduğunu düşünüyorum. Ve maalesef ülkemde şu an yaşadığımız olaylarda bu illüzyonun büyük bir başarıyla tatbik edildiğini de. Bu döngüde halkın tabiri ile sazan balığı gibi içine atladığımız veya far ışığında hipnotize olmuş gibi, bizi çiğnemeye, yok etmeye gelen arabayı beklediğimizi. Türkiye'yi idare etmeye düzlüğe çıkarmaya yemin etmiş partiler, milletvekilleri bu konuda asli görevlerini yerine getirmeleri beklenirken birbirlerini halka şikayet ediyorlar, sadece konuşuyorlar. Ama niye şikayet ediyoruz ki onları da biz seçmedik mi?