Viyana Oda Orkestrası ile Fazıl Say, 31. Uluslararası İzmir Festivali kapsamında Efes Büyük Tiyatro’da harika bir konser verdiler.  

İlk bölümde orkestrayla birlikte Mozart’ın 12 No’lu Piyano Konçertosunu seslendiren Say, eserin sonunda ayakta alkışlandı. “Kara Toprak” ile bis yapan ve bizleri büyüleyen sanatçıdan birkaç parça daha çalmasını beklediysek de, uçağa yetişmek için biz daha alkışlarken Efes’i terk etmek durumunda kaldığını sonradan öğrendik.

Orkestra’nın Mendelssohn’un 4 No’lu Senfonisini icra ettiği ikinci bölümde ise şirin bir olaya şahit olduk. Orada değildiyseniz de, sosyal medyada çokça dolaşan, Fazıl Say’ın da paylaştığı, hatta ABC News’un bile yayınladığı görüntüleri, tahmin ediyorum izlemişsinizdir. Eser çalınırken bir sokak köpeği, kaygısızca ve ağır adımlarla sahneye girdi. Konsertmeister’ın dizinin dibinde hiç sesini çıkarmadan bir süre durdu, sonra oturdu ve eserin sonuna kadar sükunet içinde orada kaldı.

Bu tatlı hadise sırasında, köpek başkemancının yanında durduğu anda ıslıklar eşliğinde ilk alkış tufanı koptu, oturduğunda ise ikincisi. Yani orkestra bir kenara bırakılıp köpeğin performansına odaklanıldı. “Acaba gülümsemekle yetinemez miydik, orkestranın dikkati dağılmamış mıdır” diye düşünmeden edemedim.

Konser sonrasında Antik Tiyatro’dan ayrılırken tesadüfen yan yana yürüdüğümüz ve kısaca konuştuğumuz güler yüzlü İsveçli Şef Ola Rudner’e bu soruyu soramadıysam da, kendisi izleyiciyi “çok enerjik” bulduğunu söyledi.

Seyirci, programdaki tüm parçaların bölüm aralarında, hatta ilk eserin suslarında da alkışlamıştı. Şefin veya sanatçıların alkışlara herhangi bir karşılık vermemesi, bu durumun konser boyunca tekrar edilmesini engellemedi.

Alkış konusu kafamı kurcalarken konserin ertesi günü, durum onun da dikkatini çekmiş olacak ki, seyirciler arasında yer alan Şef İbrahim Yazıcı, facebook hesabı üzerinden herkese açık olarak yaptığı “Konser Nasıl Dinlenmeli?” başlıklı altı maddelik paylaşımda, bu konuya açıklık getirdi:

“Pek çok yeni dinleyici için alkış bir muammadır. Yılların getirdiği bu sahne ritüelini bozmamak için elden geldiğince dikkat edilmelidir. Genelde dört bölümlü olan senfonilerin ya da üç bölümlü konçertoların en sonunda alkışlamak adettendir. Ancak 18. Yüzyıl’da bölüm aralarında alkışlamak gayet yaygın bir gelenekti. Hatta çok beğenilen bölüm tekrar çalınabilirdi. Bugün artık eserlerin en sonunda alkışlamak doğal karşılanıyor.”

“Henüz bitmemiş bir bölümün orta yerinde alkışlamak abesle iştigalden başka bir şey değil. Müzik sesler ve suslardan oluşan bir olgudur. Yani sessizlik de müziğe dahildir. Hatta Beethoven'ın dediği gibi sözün kafi gelmediği yerde müzik, müziğin kafi gelmediği yerde de sessizlik vardır. Örneğin dün gece Efes'te orkestranın icra ettiği Beethoven Coriolan Uvertür suslarıyla meşhurdur. Adeta bu noktalarda orkestra tekrar gücünü toplar ve yeniden hücuma geçer.”

Yazıcı, tabii ki herkesin tüm eserleri bilmesinin beklenmediğini, kimsenin bilmediği yepyeni bir eserde de sahnedeki sanatçıların vücut dilleriyle eserin bittiğini mutlaka belli edeceklerini vurguluyor.

“Suna Okur ile Zarafet, Görgü ve Protokol” adlı kitapta da, konser salonlarında alkış kurallarına uyulması, yerli yersiz alkışlamaktan, beğenileri ıslıkla, bağırarak belirtmekten kaçınılması gerektiği belirtiliyor. Özellikle icra edilen eserin bittiğinden emin olduktan sonra toplulukla birlikte hareket edilmesi, ilk alkışta aceleci davranılmamasının lazım geldiği ifade ediliyor.

Çevresindekiler üzerinde yaratacağı etkiyi düşünmeden hareket etmenin, bir özgüven hatta özgürlük göstergesi olarak değerlendirildiği oluyor. Bunun bir uzantısı olarak sosyal davranış, nezaket, görgü kuralları “gereksiz bir şıklık, yapmacıklık ve samimiyetsizlik” gibi görülebiliyor.

Oysa bizler, sosyal varlıklarız. Sosyal bilimciler ve psikologlara göre, insanın başka insanlar olmadan varlığını hissetmesi mümkün değil. Birlikte yaşama mecburiyeti de birtakım kuralları ve bunlara uyma gereğini beraberinde getirmiş. Kitabın da vurguladığı gibi, aksi takdirde uyum ve kolaylık içinde yaşamak mümkün olmaz.