Gelecek denildi mi ilk akla gelen gençler olur. Atatürk'ün 'Cumhuriyet'in bekçileri' olarak gençleri tayin etmesi bundan kaynaklanır. Son yıllardaki sportif ve idari başarısızlıklar sonrası Altay Kulübü'nde de gözler gençlere odaklandı. Özellikle Kayseri Erciyes kupa maçındaki başarı uzun süredir moral ve kendine güvenini yitiren kulüpte bir ateşleme sağladı. Ayrıca bu takımın kapasitesi bu kadar diyenlere de en güzel cevap verilmiş oldu.
Aslında gençlere sadece sahada değil tribünlerde de ihtiyaç çok. Genelde taraftar yaş ortalaması rekabet ettiği diğer İzmir kulüplerinden daha fazla olan Altay tribünleri; sportif başarısızlıklar sonrası sayı olarak azalırken yaş ortalaması olarak yükseliyor. Bu kadar önemsenen kupa maçını izleyen biletli seyirci sayısının sadece 420 olması ve neredeyse çoğunun orta yaş civarı olması bence Altay Kulübü'nü bekleyen en büyük tehlikelerden biridir. Türk futbol katmanının 3. katında orta sıralarda bulunan bir takımın yöneticileri kendilerini 'çok başarılı' bulurken Altay tribünlerine yeni gençlerin katılımı giderek zorlaşmaktadır. Belki ilerleyen zamanda kulübün kurulları ve taraftar derneği de bunun farkına varır ve bunu engelleyecek tedbirleri araştırır.
Sahadaki gençlere bakarsak takımın en genci olarak kaptan Erdal Güneş'i görüyorum. Takımın altyapısından olmamasına ve 'Antepli Erdal' olarak tanınmasına rağmen son iki sezondaki duruşuyla, gençlere ve takıma sahip çıkışıyla; Altay kültürüne uygun tavırlarıyla 'Altaylı Erdal' olan kaptan; inanıyorum ki sadece futbolculuk kariyerinde değil, sonraki yıllarda da Altay camiasının içersinde olacaktır. Bu nedenle altyapıda yıllarca emek vermiş gençlerle beraber kendisini de genç Altaylı olarak kabul ediyorum.
Köşemde yazdığım ilk günden itibaren hep altyapının önemini vurgulamaya gayret ettim. Çünkü altyapı oyuncusu sadece sahada oyununu oynamaz. Ailesi tribünde onunla maçı oynar. Dostları takımın başarısı için onunla birlikte dua ederler. Son maçları tribünde altyapıdan yetişmiş oyuncularımızdan birinin babası ile birlikte izliyorum. Görüyorum ki Altay'ı en az bizler kadar seviyor, biliyor, en önemlisi önemsiyor ve kaygı duyuyor. Onun heyecanı, kazanma isteğinin kulübün verebileceği yüksek primlerden daha etkili olacağı açık. Yine Altay Kulübü'nden haksızlıklara uğrayarak uzaklaştırılan bir genç oyuncu; sosyal medyada arkadaşlarım için sevindim diye mesaj yollayabiliyor. O armayı taşımak kırgınlıklara rağmen yine de seni oraya çekebiliyor.
Peki birçoğumuzun farkına vardığı bu ayrıcalıklar bir kulübün geleceğini tek başına kurtarabilir mi? Barcelona geçen hafta Levante maçında ilginç bir istatistiğin altına imza attı. Dünya devinin Levante karşısındaki ilk 11'inde Alves dışındaki 10 ismin Barcelona altyapısı La Maisa'dan yetişmesi dikkat çekti. Brezilyalı oyuncunun 14'üncü dakikada sakatlanarak yerini Montoya'ya bırakmasıyla da sahadaki tüm isimlerin La Maisa çıkışlı olması tarihe geçti. Bu işin büyülü kısmıydı. Bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım. Yıllarca Türk futbolunda derin izler oluşturmuş Kocaelispor; devletin takımıyken rüzgar kesilince düşen bir yaprak gibi güçsüz kalan Diyarbakırspor; 100. yılında başkente Türkiye şampiyonluğu getireceğim diye yola çıkıp, geri dönüşü zor bir yola giren Ankaragücü; bizi geçmişte şampiyonluktan eden Mardinspor. Hepsinin ortak özelliği tamamen altyapı oyuncuları ile mücadele ediyor olmaları. Ama bu onurlu mücadeleleri dahi onları tarihten silinme noktasından uzaklaştırmıyor. Demek istediğim altyapı Barcelona örneğinde olduğu gibi mucizeleri getirebilir ama akılla, bilimle desteklenmesi kaydıyla. Yoksa her mağlubiyet sonrası hiçbir şey üretmeden; geçmiş yönetimlerin tohumlarını attığı altyapı ile oynuyoruz bahanesi; yok olmayı engelleyebilecek bir avuntu değildir. Barcelona örneğinde olduğu gibi altyapıyı bilimsel yöntemlerle yönetip; başarılı üstyapı ile harmanlayabilirseniz kalıcı başarılar oluşuyor. Altay tarihine baktığınızda Altay'ı da Altay yapan bu değil miydi?