Hayat iyi ve kötü sürprizlerle harmanlanmış şahane heyecanlı bir şey. Her şey istediğimiz gibi olur mu? Öyle umarız ve bence oldururuz.

Bugün sizlere muhteşem bir annenin hikayesini anlatacağım. Funda Hanımı tanıdığımda iki down sendromlu birbirinden tatlı iki çocuğu vardı.  Ben o zamanlar ilkokula gidiyordum ve çocuklarını gördüğümde büyük bir şaşkınlıkla bir mucize görmüş gibi  ‘’Ne kadar birbirlerine benziyorlar, yaş ve cinsiyet  farkına rağmen ikiz gibiler’’ demiştim. Anne ve babası doktor olan arkadaşım down sendromlu olduklarını anlatmıştı bana. Utanmıştım  ve Funda Hanımı üzüp üzmediğimle ilgili yoğun bir kaygı yaşamıştım. Kim bilir belki bir mucize olarak karşılanması hoşuna gitmişti, hiç sormadım.  Bu potumdan sonra kadınla aramda özel bir bağ hissettim. Plajda ne zaman görsem yanına oturup sohbet ediyordum. Derken üçüncü çocuğuna gebe kaldı. Testler yapıldı ve onunda down sendromlu olduğu gerçeğiyle yüzleşti. ‘’Yok onun canına kıyamayacağım!’’ dedi. O günkü yüz ifadesini kelimelerle anlatabilir miyim bilmiyorum. Umut, acı, mutluluk, endişe ama kararlılık denizdeki dalgada havalanan kumlar gibi uçuşuyordu yüzünün her çizgisinde. Gözleri üzgün desem üzgün değil, mutlu desem mutlu değil, acı çekiyor desem hiç değil. Down sendromlu olduğunu bile bile dünyaya getirdi üçüncü yavrusunu.

Çocuklarının gittiği okullar özel okullardı, servisle gidip geliyorlardı.  Diğer çocuklardan da tabii ki farklı ihtiyaçları yoktu. Spor yapıyorlardı, bisiklete biniyorlardı ve Funda Hanım çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak için takı tasarlayıp satmaya başlamıştı. Plajda karşılaşıyordum onun takılarıyla, hastaneye gittiğimde hastane bahçesinde, pazara gittiğimde pazarda, hep karşılaşıyordum onunla ve  o güzel takılarından alıyordum.

İlk çocuğu erkekti, ikinci kız, üçüncü yine erkek oldu. Onlara yüzmeyi öğretirken ki şefkati, mutluluğu görülmeye değer bir manzaraydı. Çocuklarından ilham alarak takı yaptığını söylüyordu. Çocuklarıyla bir saç örgüsü gibi birbirlerine dolanıyorlardı, sonunda da çok güzel, büyük, göz alıcı bir renkli kurdele bağlıyordu hepsini  birbirine.

İlk iki çocuk büyüdü ve okullarını bitirdiler. Belediyenin engelli kadrosundan yararlanarak çalışmaya başladılar. Anne ve babaları bu çocuklara birer ev satın almayı başardı. Her ikisi de down sendromlu birer eş ile evlendiler. Eşleriyle onları gördüm. Pek çok ben sağlıklıyım, şükür engelli değilim diyen insandan daha mutluydular. Eşleriyle akşamları işten sonra bisiklete binmek en büyük zevkleriymiş. Her gün belirli sporları bir disiplinle yapıyorlar ve sürekli kahkaha atıyorlar. Mutlular, sevgi dolular.

Üçüncü çocuğu da çalışmaya başladı. Henüz evlenmedi.  Aile ona da ev almak için çabalıyor.

Henüz bir engeli  olup olmadığı belli olmayan bir bebek için bile ya engelli olursa diye korktuğunu söyleyen insanları düşünün.  Bir de bu iyi kalpli, mücadeleci ve cesur kadını düşünün. Şefkatsiz bir korkak olmak mı istersiniz, şefkatinizle her şeyi iyileştiren bir savaşçı mı?  Aman kalpler engelli olmasın!