12 Kasım 2005:
Canım oğlum, şu ana kadar seni üzmemek için kendimi tuttum. Ama beni affet, sen yatağa gidince gözyaşlarıma hakim olamadım. Ağlıyorum, sadece gözümden yaşlar akmıyor, yüreğim kanıyor. Şu an geceden korkuyorum. Sabah olmaması için nelerimi vermezdim ama biliyorum, kaçınılmaz. Sadece seni yollamıyorum Şırnak'a, bundan sonra hayatımı da gömüyorum. Artık saatler sana 5 kala 5 geçiyor anlamına gelecek. Şu andan itibaren ayların önemi yok. Oğlum çok korkuyorum. Bebeğimi hiç bilmediğim, benim için cehennem şehir Şırnak'a canımdan can çıkartarak yolluyorum. Sakın bana gemlemezlik, dönmemezlik edeyim deme çünkü ben bugünden itibaren yaşarken ölüyorum, çok ama çok acı çekiyorum. Oğlum sana askere giderken hediye kalbimi veriyorum, canımı da vermeye hazırım...

15 Kasım 2005:
Dün yatağa yattığımda kalbim hızla çarpıyordu. Tanrım nasıl dayanacaktım. Bu son gecemizdi. Yarın sabah canımı Şırnak'a yollayacaktım. Uyumaktan korkuyordum çünkü gözlerimi kapadığım an sabah olacaktı. Bu seni kaybetmemdi. Yürekli olmam lazım, dimdik olmam lazım. Annelik bu, yüreğin kan ağlasa bile yavrunu üzmemen lazım. Bu yürekliliğim havaalanında son buldu. Gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Gözlerimden yaşlar akarken gişelerde Coşku ile işlem yapıyordunuz. Bu kez gözyaşlarım iki misli akmaya başladı. Bir yanda canım oğlum, bir yanda 2 yaşında bile olmayan, Ceren'inden ayrılmış, hüznü gözlerinden belli, genç oğlum gibi gurur duyduğum, saygı duyduğum mesleğe sahip genç bir cerrah, bir baba. İkisi de vatan için aslanlar gibi gidiyorlar, dimdik gururlu. Bir an ben de gururlandım. Kendi kendime, kes kadın sesini dedim ama nafile. Yavruma sarıldım ağladım, ağladım, ağladım. Bağırmak istedim, ayaklarına kapanmak istedim, gitme diye yalvarmak istedim...
Dönerken baban, Yasemin beni teselli etmeye çalışıyorlardı. Görmediğimi sanıyorlardı, baban sessiz ağlıyor, Yasemin'in gözleri geceden beri ağlamaktan kıpkırmızıydı... Defteri bir türlü bırakamıyorum. Sanki ondan değil de senden ayrılıyorum. Oysa seninle ilgili duygularımı yazarken çok mutluyum. Şimdilik seni Allah'a emanet ediyorum.

16 Kasım 2005:
Bugün yine üzgün ve bitkinim. Senden haber aldım konvoyla yola çıkmışsınız. Yine kalp çarpıntılarım, devamlı dua ediyorum. Allah önce seni sonra bütün mehmetçikleri korusun, onları ailelerine bağışlasın... Tansiyon ilacım için sağlık ocağından eve dönünce mesajını gördüm. Hemen seni aradım. Cizre'ye varmışsınız. Akşam maç seyredecekmişsiniz. Biraz rahatladım.
17 Kasım 2005, 21 Kasım 2005... Aralık 2005, Ocak 2006, Şubat 2006, Mart 2006...

21 Nisan 2006:
Canım oğlum, yine hasretinle yanıyorum. Bedenim burada ama kalbim ruhum Şırnak'ta seninle. Yine uykusuz bir gece yarısı. Bugün tahammülsüzüm. Seni çok ama çok özledim, dayanamıyorum. Seninle yine telefonda konuştuk ama nedense içim huzursuz bugün. Televizyonda askerlerin Şırnak'ta yığıldığını gördükçe o ateşi, savaşı burada yaşıyorum. Tek tesellim bu defter. Yazarken sanki yanımdaymışsın gibi hissediyorum. Duvardaki kepli resmine bakıp kalp gözümle konuşuyorum seninle. Ellerim tekrar uyuşuyor, ağrıyor, yazmakta zorlanıyorum. Seni seviyorum bebeğim, Allah'a emanet ol. Seni bekliyorum.
Yaklaşık on yıl önce; bu onlarca sayfa mektupların sahibi, bir asker annesi. Şırnak'ta askerlik yapan diğer askerlere göre neredeyse bir eli yağda bir eli balda askerlik yapan, ayda bir ya da iki kez hamburger yiyebilme şansına sahip olacak kadar medeniyete yakın askerlik yapan birinin annesi. Benim annem.
On yıl sonra bugün hala ülkemin anaları gözyaşı döküyor, gencecik evlatlarımız hayata veda ediyor. Kendinden hiçbir şey feda etmeyenlerin 'Analar Ağlamasın' söylemi, bugün yerini acılara, kavgalara, savaşlara, öfkeye ve kine yer değiştiriyor.
Kendini Kürt kabul eden sevgili kardeşim. Bu kavga seninle bizim aramızda değil. Tanrının bolluk ve bereket yağdırdığı bu topraklarda huzur içinde, barış içerisinde, zenginlikle beraber yaşamamızı istemeyen insanların kavgasıdır bu. Seni etten koparmak isteyenlerin nifaklarıdır bu. Etten kopasın ki, bütün dünyayı sömürmekten doymamış güçler, seni, beni daha rahat sömürsün. Sen, ben, biz zenginlik içinde yaşayabilecekken, zenginliklerimiz yok olup gitsin.
Kendini Türk kabul eden sevgili kardeşim. Ülkeni, vatanını seviyorsan, ona ait olan her şeyle vatanını sev. Türk, Kürt diye ayrım yapmak vatanı bölmekten başka bir şey değildir. Sömüren ve bundan doymayanlara karşı bir olabilmek, bu sömürüye izin vermemek, emperyalizme karşı durabilmektir vatanı sevmek. Tıpkı ezilmiş halklara bunu öğreten Atatürk'ün başarabildiği gibi.
Sen, ben olmadığımızı ayırt ettiğimiz an bu kavganın kazananı biz olacağız. Etrafınıza bir bakın, Tanrının bize armağanlarına, sahip olduklarımıza bir bakın. Bunların sahibi sen, ben değil biziz. Bize ait olana sömürücülerin el uzatmasına, seni, beni bu kanlı senaryonun maşası haline getirmesine izin verme.