2009 yılından beri, zaman içinde değişik adlar takılan, son olarak da "çözüm süreci" gibi fiyakalı bir ad verilen süreci ibretle izliyoruz. Ama görünen köy kılavuz istemiyor; adı ne kadar fiyakalı olsa da, ne kadar süslü lafların arkasına gizlenmeye çalışılsa da, bu sürecin ülkemizi bölünmenin eşiğine getirdiği görülüyor.
Güneydoğu bölgemizde terör örgütünün otorite kurma çalışmalarından söz edilmekte, bir kısım yerel yöneticiler petrol gelirlerinden pay isteyebilmekte, çözüm için "demokratik özerklik" dışında bir yol kalmadığı algısı yaratılmak istenmekte.

Terör örgütü ile müzakereleri yasallaştırma çabası


Biliyorsunuz, içeriği şeklen gizli çözüm sürecinde sıkışan siyasal iktidar, "terör örgütü ile görüştüğümüzü söyleyen şerefsizdir" diklenmesinden, PKK liderinin talebi doğrultusunda terör örgütü ile yürütülen müzakereleri yasallaştırmak aşamasına gelmiş ve Temmuz ayında 6551 sayılı "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun" yürürlüğe girmiştir.
Çözüm süreci, uygulanan algı yönetimi ile hem siyasi ortamda, hem de medyada büyük oranda eleştirilemez hale getirildiğinden, "terör örgütü ile müzakereleri yasallaştırma" gibi bir amaç taşıyan bu yasa da, doğru dürüst tartışılmadan, o dönemde Cumhurbaşkanlığı seçimindeki yarı magazinsel gündemin arkasına saklanarak, apar topar yasalaştırılmıştır.
Genel olarak, bir kısım soyut ve yuvarlak ifadelerin yan yana getirildiği bu yasada, çözüm sürecinin ne olduğu, içeriği, amacı konusunda en ufak somut bir bilgi yok. İçeriği belli olmayan çözüm süreci ile ilgili, hükümete yine içeriği belirsiz yetkiler verilmekte.

Son dönemde Irak ve Suriye'de yaşanan sarsıcı gelişmeler düşünüldüğünde, ülkemizin kendi dinamikleri ile çözülmesi gereken terör sorununun, uluslar arası boyuta taşınması olasılığını da dikkate almak gerek. İçeriği belirsiz, verdiği yetkiler belirsiz bu yasanın, bu konuda da nasıl sonuçlar yaratacağını kestirmek mümkün değil.
Ülkemizi bölünmenin eşiğine getiren bir sürece ve terör örgütü ile yapılan müzakerelere hukuksal altyapı kazandırma amacı taşıyan bu yasanın Anayasa'ya aykırı olduğu konusunda kuşku yok. Kuşku yok da, bu Anayasa'ya aykırılığın belirlenebilmesi için, bu yasanın Anayasa Mahkemesi'nin önüne gitmesi gerekiyor.
Yasanın Resmi Gazete'de yayımlanmasından itibaren 60 gün içinde, Anayasa Mahkemesi'ne başvurma yetkisi olan ana muhalefet partisi CHP parti grubu ve 110 milletvekili bir başvuru yapmadı. Hatta, ne yazık ki, CHP Genel Merkezi birkaç ufak nokta dışında, bu yasaya destek verdi. Bu konuda bazı milletvekillerinin yaptığı girişimler de, bir sonuç vermedi.

Açılacak bir dava yolu

Biraz zor ve aşamalı olmakla birlikte, bu yasanın Anayasa Mahkemesi'ne gitmesinin bir yolu daha vardı. Bu yol da, bu yazının kaleme alındığı 01.Ekim.2014 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan bir Bakanlar Kurulu kararı ile aralandı.

"Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Kapsamında Yürütülecek Çalışmalara İlişkin Esaslar" adındaki bu Bakanlar Kurulu kararı, 6551 sayılı yasaya dayanarak hazırlanmış bir idari işlem. Bu idari işlemin iptali için, 6551 sayılı yasanın Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia ederek, Danıştay'da dava açılırsa, davaya bakan ilgili Danıştay dairesi bu Anayasa'ya aykırılık iddiasını ciddi görüp, Anayasa Mahkemesi'ne başvurursa, Anayasa Mahkemesi 6551 yasanın Anayasa'ya aykırılığını inceleyebilecek.
Evet, görüldüğü gibi pek kolay değil. Dava açılacak, davaya bakan mahkeme (Danıştay) Anayasa'ya aykırılık iddiasını ciddi görecek, Anayasa Mahkemesi'ne başvuracak. Ama, başka çare yok. Anayasa Mahkemesi yolu görünmüşken, bunu kullanmak gerek.

En umutsuz zamanda bile haykırmamız gereken, ister "Güneydoğu sorunu", ister "Kürt sorunu", adını nasıl koyarsak koyalım, bu sorunun Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu felsefesi ve bütünlüğü içinde çözülmesi gerektiğidir.