Türkiye'nin ilk müzayede oteli Sesil Otel ve İzmir'in ilk müzayede evi Sesil Müzayede Evi'nin kurucusu Hüsran Akıllıoğlu, Türkiye'nin paha biçilemeyecek eserlerinin yurtdışına kaçırıldığını ve ülke olarak buna göz yumulduğunu söyleyerek, 'İşte tüm bunları bildikten sonra hiçbirşey diyemez hale geliyorsunuz ve sözün bittiği yer oluyor' dedi

Bir eserin antika değeri taşıması için zamanın dışında hangi özellikleri taşıması gerekiyor?

Bir eserin antika değeri taşıması için bir kere o eserin bir yüzyılı aşması gerekiyor. Ancak aynı anda iyi bir değer taşıması ve tabiki de iyi bir ustanın elinden çıkıp üstünde de bir imzasının olması son derece önemli. Örneğin bugünlerde paşabahçeden aldığınız bir en küçük bir koleksiyon parçasının  fiyatı 300-500 TL değerinde. Bu parçanın antika olması için yüzyıl geçecek, hangi döneme ait olduğu, özellikleri bilinecek, ehil bir ustanın elinden çıkacak ki bir antika değeri olsun. Yoksa sizin evinizdeki halının eskiyip eskimediği o kadar önemli değil. 

Kimin yaptığı belli olmayan ancak saydığınız diğer özellikleri taşıyan eserler antikaya girmiyor mu?

Örneğin elimde çok güzel Kuran-ı Kerimler var. Ancak hattatları belli değil. Kuran-ı Kerim'in el yazması olduğu ve o dönemin ünlü bir hattatı tarafından yazıldığı belli. O zaman o eserin kime ait olabileceği, o eserin yazımına göre tahmin ediliyor. Ancak imza yok. İmzalı eser bir milyon lira ise imzasız eser bin lira değerinde oluyor. O eserin karakter yazılarından kime ait olduğu bilinir ancak üzerinde kendi imzası olmadı için satış fiyatı büyük ölçüde düşer.

Yurt dışına kaçırılan eserlerin durdurulması için sizce neler yapılabilir?

Müzeyede öncesi arkeoloji müzesine başvuruyoruz. Müze yetkilileri gelip müzayedeye giren eserleri başından sonuna kadar inceliyorlar ve hangi eserlerin müzayedeye çıkıp çıkamayacağına karar veriyorlar. Örneğin toprak altı mezardan çıkma bir melek vardı. Görevliler bu eserin yurtiçinde satılabileceğini ama yurtdışına satılamayacağı kararını verdiler. Otomatikman ben bu eseri güvenceye aldım. Hiç kimse bu eseri yurtdışına çıkaramaz. Çünkü arkeoleji müzesi bunu gördü ve artık dışarı çıkarılamaz. Işte böyle koruyoruz eserleri. Koleksiyonerseniz toprak altı alabiliyorsunuz ama hemen müzeye kaydettiriyorsunuz eseri bu da koruma altına giriyor. İşte bizim gibi müzayedeler bu yüzden önemli. Eskiciyle, müzayede ve antika dükkanları birbirlerinden ayrılmak zorunda. Müzayedecilikte herşey kayıt altında ve denetimdedir. Antilka dükkanlarında kapı ardında neler yapıldığını bilemezsin. Ama bir müzeyedeci en ufak eserini dahi kayıt altına aldırmak zorunda. Bu salonu düşünün. Burada 300 kişi var. Bir ekip oturuyor ve herşeyi başından sonuna kadar izliyor. Buradan hiçbir şey kaçıramazsınız. Mümkün değil. Katologlarda ve her yerde basılı. İşte bu çok önemli. Burada bunu da kontrol altına alıyorsunuz ama bu tabi ki müzayedeci arkadaşlarla olacak bir iş değil. Bir politikası olması lazım. Şimdi ben burada susayım yoksa bir başlarsak roman yazarız.

Anlattığınız kadarıyla bu çok çetrefilli bir iş aslında.  Elimdeki eser için müzayedeye ücret ya da eserim satılmışsa vergi ödemem gerekiyor mu?

Tabii. Hem de nasıl. Elinizdeki eseri öncelikle fotoğraflıyoruz ve ardından ekspertize gönderiyoruz. Ekspertizlerin bu eserlerin değerlerini anlayabilmek için geliştirilmiş özel makinaları var. Eğer değerli bir eserse belirtilen değer üzerinden müzayedeye çıkarılıyor. Gerçekten değerli bir eserse eser sahibine satın alalım ya da müzayedeye çıkaralım teklifini yapıyoruz. Hayır ben müzayedeye de çıkarmayacağım, satmayacağım da diyorsa o zaman 40 TL gibi küçük bir miktar ekspertizlik ücreti alıyoruz. 150-200 TL de alanlar var ama ben bunu doğru bulmuyorum. Müzayedeye vermeyi kabul etmişseniz o zaman hiç ücret ödemiyorsunuz. Eseriniz satılırsa vergisi zaten bana ait. Artık herşey ortada olduğu için vergi kaçırmak gibi bir şey söz konusu olamaz.

Siz antikadan anlıyor musunuz?

Şimdi ben antikadan anlarım, ama herşeyi anlamam mümkün değil. Ekspertizlerde de bu böyledir. Toprakaltı başkadır, sanat ekspertizleri, porselen ekspertizleri başkadır. Siz herşeyi biliyorum derseniz zaten baştan kaybettiniz. Mesela benim elime bir kilim gelmişse motiflerini sayarak hangi yöreye ait olduğunu bilirim. Bir tablo geldi bize orjinal diye. İngiltere'ye götürülmüş ancak orjinal olup olmadığından emin olamıyorlardı. Tabloya bakar bakmaz bu orjinal tablo ama kesilmiş ve iki tablo birleştirilmiş dedim. Hiç kimse ihtimal vermedi. İyice araştırıldığında gerçekten birleştirme oldukları ortaya çıktı. Bu gibi durumlarda gerçekten çok dikkatli olmanız gerekiyor çünkü şeytanın aklına gelmeyen işler dönebiliyor. Bu yüzden ben profesyonel bir ekspertizle çalışıyorum. Bilirkişi ekipleri var her dal kendine ait olanı inceliyor ve sorumluluk artık bana ait olmuyor. Ama hala ne olduğunu anlamadığım bir eser varsa arkadaşlarıma vererek bunun ne olduğunu inceleyin diyorum.

Size göre şuan Türkiye'deki en değerli eser hangisi?

Türkiye'de Osman Hamdi'nin eserleri milyon dolarlarla satıldı. Ünlü olunca çok şey istersiniz. Kişisel olarak Bodrum'dan çalınan denzi atı yüreğimi acıtmıştı. Allahtan bulundu geri geldi. Bunlar bilinenler, bilinmeyenlerin haddi hesabı yok. Türkiye talan edildi. Bir de bunlar göz göre göre yapılıyor. Bodrum Kalesi'nden deniz atının müze müdürü taarafından kaçılıldığını basından okuduğumuzda yüreğimiz yandı. Maalesef elimden bir şey gelmiyor. Ben sadece elimde olanları koruyabiliyorum. Düşünebiliyor musunuz camilerimiz talan edildi ve olağanüstü paha biçilemez eserler yurtdışına kaçırıldı. Talan edilen antik yerleşim yerlerindeki eserleri çaldılar, köyleri dolaşarak gerçekten kıymetli olan halıları kaçırdılar ve ülke olarak biz bunların hepsine göz yumduk. İşte tüm bunları bildikten sonra hiçbir şey diyemez hale geliyorsunuz ve sözün bittiği yer oluyor. Antika öyle birşey ki bazen küçücük birşey öyle değerli ki. Reklam falan istemiyor, başlı başına bir mucize oluyor. Minicik bir el yazması Kuran'ı Kerim düşünün. Ona verilen emeği. O kuranı getiren adam bana satmayacağını söyledi ama o kuran hala benim aklımda. Bir kasa geldi. Ben böyle bir kasayı hayatımda görmedim. Muhteşemdi.. 1700'lü yıllardan kalmıştı ve çalışıyordu. Çok isterim örneğin 1700'lü yıllardan kalma bir varaklı ayna sahibi olmayı.1600'lü yılların Fransız oturma gurubuna sahip olmayı ancak bunlar benim hayallerim tabi. Bunlar müzelere giderler. Ancak yüzyıl önce gelseydim bu dünyaya ve bu işi yapsaydım sanıyorum lebi-i derya olurdum. İstanbul ve İzmir'de köşkler talan edildi. Çatı katlarında bulunan eserler çok nadide eserlerdi, hepsi gitti.

Bunun sorumlusu yine bizim cahilliğimiz değil mi? Bit pazarlarından bile kaç kez antika eserlerin alındığını biliyoruz.

Bit pazarından bakır diye bir yüzük alıyorsunuz, 1900'lerin başlarında yapılmış içi altın olan muhteşem bir yüzük çıkıyor. Siz onu 5 liraya alıyorsunuz. Ne satan, ne alan onun farkında oluyor. Sabahları erken saatlerde bit pazarına gittiğinizde aklınızı oynatabilirsiniz olağanüstü şeyler çıkıyor. Tekrar söylüyorum bu bizim engelleyebileceğimiz bir şey değil. Talanın ve ehil olmayan ellerde bu kıymetlerin dolaşmaması için yaptırım gücü yüksek yasaların ve denetçilerin çıkması gerekiyor. Eserlerin kategorilere ayrılması, kayıt altına alınması lazım. Bir tek müzayedekiler kayıt altına alınıyor o kadar. Bir antika dükkanının denetlendiğini asla göremezsiniz.

Bu oldukça haksız bir durum..

Bu yaklaşım hayat kaydırıyor, zaten herşey ortada. Ben her zaman kayıtlı çalıştım çünkü başka türlü çalışamıyorum. Dürüst zihniyetin yaygınlaşlmasını bilmek ve görmek istiyoruz. Antika belirli bir kültür birikimidir. Belli bir eğitim alınması gerekiyor. Siz dünya literatürlerini araştırıp okumayı bileceksiniz, Van Gogh'un tarihçesini bileceksiniz. Bunları bilmezseniz olmaz. Cahil insan herşeyi bildiğini zanneder ve kendisine sorsanız dünyanın en iyi ekspertizidir. Ben mesela korkarım asla böyle bir şey yapamam. Kendi siteme dışardan birşey almaya korkarım, benim kontrolümün dışına çıkmasından korkarım.
 
Bu da yüksek bir sorumluluk bilincinin olması gerektiğini gösteriyor.

Çok büyük bir sorumluluk. Benim hedefim her zamanda şu olmuştur: Ben kendimin kontrol edemeyeceği hiçbir sorumluluğu almam. Dört dörtlük hiç kimse olamaz ama yaptığım işin kalitesiyle ona yakın olmayı tercih ediyorum. Şimdi burada size ne söylemişsem onun arkasında durmak zorundayım. Aksi taktirde aynaya baktığımda gözlerimi gülerken görmem. Ben buyum, ben ne yaptığımı biliyorum ve bu şekilde de doğal olarak başarı kendiliğinden geliyor zaten. Önemli olan bence kişinin kendi potansiyelinin farkında olmasıdır. Bu iş bir ekip işidir. Ben bir yere kadar yapabiliyorum. Hayal ediyorum mesela, sonra kağıt üzerine döküyorum, kime neyi yaptırabileceğimi bilirim. Teknolojiyi, reklamı, dizaynı kendi uzmanlarına bırakırım. Nerede durabileceğinizi ve kimden destek alabileceğinizi bildikten sonra hayat çok kolay. Ama onu da, bunu da ben yapayım derseniz o zaman herşey içinden çıkılamaz hale gelir. Yöneticilik işte burada başlıyor. Kimlerle çalışabileceğinizin analizini kaliteden ödün vermeden yapmak. Sınırımı bilmek bana işleri kolaylaştırdı. Başarı zaten sizi görüyor, bir de dürüstlük eklenirse ki ülkemizde küçük harflerle yazılmıştır. Aslında temeli oluşturur. Ben yurtdışında büyüdüm, yabancılar meclisinde, kurtlar sofrasında bulundum. Dünyanın neresinde olursanız olun bu çizgilerinizden taviz vermediğiniz zaman esasında insanlar kimisi göstererek kimisi içinden saygı duyuyorlar. Çünkü onlar olamadıkları şeyi başkalarında gördüklerinde otomatikman saygı oluşuyor. Çünkü o ipi kaptırmış. Dürüstlük uzun vadede kazanılır.