Tam da, ABD'ye "Eeyyy" diye seslenildiği süreçte, bir gazetenin manşetinde, büyük puntolarla "Asıl hedef Türkiye" yazısını görünce, 2003 yılında yazdığım yazıyı anımsadım... Bir günün, hatta anların bile anlamlı olduğu süreçten geçerken, on yılı aşan süre ne kadar uzun zaman dilimi kalıyor. AKP geldiğinden bu yana izlenen dış politikanın ülke çıkarları yerine, bölgede hegemonya kuran güçlerin yararına olacağı uyarısı yapan çoktu... Buna, ekseni her bir seçimde içine sızdırılan ve öz ilkelerine ters kişilerin etkisi ile ekseninin kaymadığı süreçlerdeki CHP de dahil...
"Büyük satranç tahtası" başlıklı yazımda; "şimdilik dolaylı hedef" dediğim Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada yeni bir düzen kurulmak istendiğine işaret ediyordum: "Türkiye'nin devre dışı bırakılmak istendiği bir düzen. Hem ABD'nin hem de AB'nin çıkarları bu düzenden geçiyor; yani güçlü değil, güçsüzleştirilmiş bir Türkiye'den. Türkiye hiç bu kadar iyimserliği terk etmesi gereken bir süreç yaşamamıştı. Uyutulup unutulmamak adına, satranç tahtasında atılabilecek tüm adımların önceden hesaplanabilmesi için en azından iyimserlikteki aşırılıklarımızın törpülenmesi gerekiyor..." demiştim.

Ağustos 2011'de, "Şimdi sıra kimde?" başlıklı yazımda bu satırlara atıfta bulunuyor ve "Altını çizerek yineliyorum: Asıl hedef Türkiye!... Dolanarak ve Türkiye'yi de dolayarak geliyorlar... ABD ile dostluk, AB üyeliğine uyum süreci hikayeleri ile kaotik ortamın baş rolünü üstlenmiş sürükleniyoruz. Türkiye ile ve Türkiye üzerinden Ortadoğu'ya şekil verilirken, giderek zayıflayan Türkiye'ye "güçlü ülke" rolünün verilmiş olması bu sürecin bilinen oyunu. Bildik oyunla kandırılıyor oluşumuz daha acı değil mi? Türkiye bölgede oynanan oyunda baş rol oynayarak güçlenemez; güç yitirir. İstenen de tam budur. Ortadoğu'da güçlü, kendi ayakları üzerinde duran ülke istenmiyor. Türkiye de buna dahil... Hâlâ bunu göremeyenler, bilerek kör olmayı seçmişler demektir... Ülkede demokrasinin askıya alındığı olağanüstü durum sürdükçe sıra en olmaz denilen kurum ve kişilere geleceği gibi, Ortadoğu'da Suriye'nin defteri de dürülürse, Türkiye'ye sıra daha çabuk gelecek demektir..." diye yazmıştım... Bundan sonrası için ne yapılabilir? Bir kişinin hangi gün ne diyeceğine göre biçim alan bir medyanın bizim çok önce gördüğümüzü gördüğüne sevinmiş değiliz. An be an değişen, iç ve dış politika söylemleri ve anlık çıkışlarla, sürüklendiğimiz yere sadece saplanabiliriz. Stratejik derinlik diyerek yola çıkan ve komşularla sıfır sorun sözü veren Davutoğlu çıkıp, AKP dış politikasının iflas ettiğini açıklamalıdır. ABD'nin Suriye politikasına destek vermeyi bırakmalı, hatta daha vahimi Suriye'ye TSK'yı sürmek gibi, Türkiye'yi Ortadoğu batağına iyice saplayacak adımlar akıldan bile geçirilmemelidir... Türkiye'nin dış politika stratejisinin olmayışını, "dış politika trajedisi" başlığı ile tanımlamıştım. Bugün yaşadığımız tam da budur. Önce iflas diyecek, sonra zararın neresinden dönüleceği konusu, sadece ülke çıkarları ölçeğinde ele alınacak... Bunu kim mi yapacak?!..

Oktay Sinanoğlu'nun başlığı ile dikkatimi çekerek dün satın aldığım kitabında(*)yer alan şu satırlar hayli ilginç geldi; " ...Batı gizil gücümüzü biliyor da, biz bilmiyoruz. Batılı Türklerin kendilerine güvendikleri zaman pek çok işi başardıklarını görüyor... Yıllarca haçlı seferi yaptılar, bir türlü beceremediler bu işi; sonunda dediler ki: 'Biz bu işi içinden halledeceğiz. Bunları içinden bozarsak, Türklük ve Müslümanlık şuuru bırakmazsak ve nihayet birbirine düşürürsek, kim olduğunu, feleğini şaşırmış hale getirirsek, dinini, tarih şuurunu yok edersek, o zaman bu işi biz rahatça hallederiz'. Bu plan yürümektedir Türkiye'de. Ve bu o kadar hızlı ve başarılı yürümüştür ki, diyorlar ki: 'Zaten 2001 yılının sonunda bu işi bitireceğiz'..."
AKP, Milli gömleği çıkardık diyenlerce Ağustos 2001'de kurulmuş, 2002'den bu yana iktidara yerleşmişti... Türkiye'yi kurumsal olarak çok güçlü bir yapıda teslim aldılar. Parlamenter demokrasiye tutunarak geldiler; bugün demokrasi askıda, parlamentarizm sorguda, terör tırmanışta, ordumuz balyoz, ergenekon, vs... kumpasta, dış politikamız iflasta, enflasyon artışta, ekonomi açmazda, muhalefet çıkmazda, yeni dedikleri tek kişiyi yasa ile güçlendirme formülüne dayalı anayasa kapıda, rejim kıskaçta...
       
"Bazen uyumadan önce adeta niyetleniyorum: Bir rüya daha görsem, Türkiye'de tüm halkın uyandığını, milli birlik ve beraberliğin yeniden tesis edildiğini, ulusal hedeflerin saptanıp oralara doğru devlet-millet el ele hızla yüründüğünü, şanlı tarihimize yaraşır itibar ve haysiyetimizi dünya yüzünde yeniden kazandığımızı düşlesem bari bu gece diyorum. Nasip olur inşallah..." Yok, bu sözler bana ait değil; yine,  Oktay Sinanoğlu'nun "Hedef Türkiye!" başlıklı kitabından alıntı...
Hedef olmamak için Türkiye'nin de hedefi olması gerektiğinden söz ediyor merhum Sinanoğlu... Dış politikada daha fazla sürüklenmemek için refleks geliştirmesi gereken/beklenen ana muhalefet, AKP'nin yakar top diye üzerinden attıklarını kuşanmakla meşgul. Bir de kendi varlığını borçlu olduğu Atatürk'ü tartışma masasına taşımak ve indirme meselesi var ki, akla zarar... Kendi varlıklarını borçlu olduğu kişiyi yok ederek, var olacaklarmış gibi... Türkiye'nin dönüşümü rolünü AKP'den kapma telaşındalar. Oyun ve oyuncuları teşhis etmesini beklediklerimiz, rol çalarak yerlerini korumaya çalışmaktalar...
AKP, politikalarının iflas ettiğini açıklayacak, CHP de özüne dönecek...
Zararın neresinden dönsek kârdır diyerek, merhum Sinanoğlu'nun düşünü gerçek yapmak için kolları sıvayacağız. Başkanlık/başkancı rejim için değil, parlamenter demokrasi ile yeniden hukuk  devleti olabilmek için!..
---
(*) Oktay Sinanoğlu; Hedef Türkiye -Türkiye'nin Hedefi, Hedefteki Türkiye-, Bilim+Gönül Yayınları 11, Eylül 2010; İstanbul.