“İnsan yaşamı boyuca bir kişiyi sever. Önceki ve sonrakiler birer arayış, kaçış ya da aldanıştır.”
Goethe böyle söylemiş. Bu saptamaya yaşamımın bu bölümde evet dediğimde benimle beraber evet diyenlerin oranı yaklaşık 87 %. Pek de yalnız değilmişim dedim kendi kendime ama diğer 13% ü de merak etmedim değil doğrusu. Bununla birlikte bu 13 % e haksızlık yapmak istemiyorum. Öncelikle sevmek kavramının onlar için ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Sadece bu yüzden tartışmalarda haklı olma çabası bizi asıl gerçeklikten uzak tutmaya yeter de artar bile. Ben insanların sevmek zorunda bırakılmasına karşı olan biriyim. Yani sevmeme özgürlüğü vardır ve bu şekilde sevmeme eylemi bir insanın zorla sevmesinden, ya da seviyormuş gibi davranmasında daha dürüst ve soylu bir davranıştır.

Benimle birlikte olan 87 % için bir kişiyi sevmek ne anlama geliyor diye kendi kendime bir soru sordum. Yıllar önce bir muhalefet partisi başkanına siz hiç aşık oldunuz mu diye soru sorulduğunda şöyle cevap vermişti:  “Ben sizin aşk’ dan ne anladığınızı bilmiyorum.” Çok etkileyici bir cevaptı. Her şey gerçekten sizin onlara nasıl bir değer atfettiğinize bağlıdır ve bu anlamda Goethe bile insan sadece bir kişiyi sever dediğinde neyi kastettiğini tam olarak bilmemiz gerekir. Ancak soru o kadar provoke edici ki insan sadece bir kişiyi sevmek istiyor, arayışın sürmesini sıkıcı ve çekilmez olduğu kadar çaresiz bir çaba olarak görüyor ki çoğunluk evet, öyledir diye yanıtlıyor soruyu.
Ancak tüm bu argümanların ışığında Goethe’nin bu sözünde  şu noktanın altını özenle çizmemiz gerektiğini düşünüyorum. İnsan sadece bir kişiyi sevmişse öncekiler gerçekte hiç sevilmemiş olanlardır ve sonrakiler olacaksa şu andaki kişi ya da kişiler de hiç sevilmemiş olanlar olacaktır. Demek ki burada gerçekten de bir arayış vardır. Bu nedenle  öncekiler ve sonrakiler bir arayıştır diyen Goethe ile bizim gibi düşünen yüzde 87 ile aynı doğrultuda  buluşmamız önemlidir.
Elias Canetti adlı bir yazarın bir kitabında bazı sözlerinin altını çizmişim. Şöyle yazmış:
"Övgü ruha can katar, ruh da övgüyü hak etmek ister." ve sonra bir başka yerde şöyle devam ediyor: “Bir insanı bütün diğer insanlara kefil olmasını sağlayacak kadar ciddiye alabilir misiniz ?Bir insana o kadar sevgi ve masumiyet yükleyebilir misiniz?” Canetti aslında bu söylemi ile Goethe’nin sorusunu bir aşama daha derinden kazarak başka ipuçları arıyor ama iyi de yapıyor, kesinlik konusunda bende Fransız düşünür Descartes gibi her şeyden en az bir kez şüphelenmeyi alışkanlık haline getirdiğimden beri bir meseleye farklı açılardan bakmak benim için bir eğlence halini aldı.Buna nasıl bir katkı yapabilirim diye düşündüğümde ise şunları söyleyebilirim.
Evet, nedenini tam olarak bilemediğiniz her içten yaklaşım ve duygusal başkaldırış aslında bastırılamayan görkemli bir sevgi isyanıdır. Yürürken öne doğru bir adım atması gerektiğini düşünen bir insan yürümenin zevkini nasıl alamazsa,o kişiye dokunması gerektiğini düşünerek dokunan ve kendisine dokunulmasının doğal bir içgüdü olmaktan çok bir irade sorunu olduğunu hisseden ruhunuz  da aslında acı çeker.Bu böyle olmamalıdır elbette,doğal akışında olmayan her şeyin yanlış olduğuna inanan  fanatik bir  düşünür olarak buralarda dolaşırken  insan yaşamında sadece bir kez sever sözünü kime atfedeceğiz?Bir kadına mı bir erkeğe mi? Yoksa her iksine birden olabilir mi? Ben her zaman bir tarafında daha fazla sevdiğine inananlardanım ya da en azından yaşamımın bu döneminde bu yaklaşımın ideal olması gerektiğini  kabul ediyorum ama acaba bu yaklaşım işime öyle geldiği için mi diye düşündüğüm anlar da olmuyor değil, işte o zaman da  ne kadar kusurlarım varsa aklıma geliyor ve o nedenle beni bu halimle sevecek olanın benden daha çok sevmesi gerektiğini düşünme eğiliminde oluyorum.

 Bu yüzden Canetti de iyi bir noktaya parmak basıyor. Çünkü belki yine bir inanç sorunu olsa da ruha can katan övgü ifadesi kulağıma ne kadar sevimli gelse de  bunu hak etmek isteyen ruhun sizi her yönden tamamlayacak olan kişi olması gerektiğinde ısrarcıyım. O zaman en başa dönerek insan hayatta sadece bir kez sever dediğimizde sadece o kutsal kişiye adanmış bir hayatın içindeki sadakat bana aşkın kendisinden bile daha kutsal gelir nedense. Bu tarz bir bağlılık insanda  doğa yasaları ile uyumlu olmakla kalmaz ama aynı zamanda zayıflıkları olan iki bedenin güçlü yanları ile birbirlerinin  bir armoni içinde  bütünleşmesi olarak değerlendirilir. Ancak bu yaklaşım hiç kuşkusuz sizin sevmenizi ya da sevilmenizi sağlayamaz ama önemsenen ve değer verilen bir beraberliğin aynı zamanda aklın önderliği ile sadece fiziksel ya da duygusal boyutta değil evrensel ve ilahi bir boyutta da sonsuzluğa uğurlanmasına neden olur.

Boşanma istatistiklerinden artışa bakılırsa insan yaşamı boyunca bir kişiyi değil birden fazla kişiyi sevmeye eğilimli gözüküyor.En  küçük düzeyde organize edilmiş ekonomik bir  ünite olarak ele aldığımızda evlilik kurumu için  gerekli olan asgari düzeydeki beğeniden ve  hoşlanma dediğimiz  algılamadan aşkı olgusunu  ayırmanız gerekir. Evlilik için aşk gerekli değildir ancak aşkın kendisi için bunu söylemek sadece hakaret anlamı taşır ki bu bizi başlangıçta Goethe’nin bulunduğu  noktaya taşır, yani insanlar birden fazla kez evlenebilirler ancak aynı düzeyde bir aşkı birden fazla kişide yaşamanız olanaksızdır.

Bu noktaya gelmemiz kolay olmadı ama Canetti’nin saptamalarına geri dönersek; seven kişinin övgüsünü hak etmek isteyen bir ruhun elbette saygıdeğer bir masumiyetle birlikte yüce bir aşkın varlığına da kefil olabileceğini söylemek hiç de abartılı olmaz. Aşk için yapılan tanımlamalardan birinin onun abartılı bir duygusal dalgalanma olduğunu söylense de iddialarımızı şu şekilde sonuçlandırmayı hak ettiğimizi düşünüyorum. İster aşk olsun isterse bir herhangi bir  beğeni olsun ben aşkın da referans noktaları olduğuna inanıyorum.Belki insan ömründe sadece birini sevebilir ama her şeye rağmen onu neden sevdiğini de bilmelidir ki bu  neden sevildiğinizi de açıklayacaktır,yani benim daha önce dile getirdiğim şekli ile; tüm kusurlarınıza rağmen.Aşkı abartılı ve safça yaşanan abartılı bir romantizm olmaktan çıkarıp hayata bir katkı olarak düşünmeye başlamak onu ütopik bir dünyadan yaşadığımız gerçekliğe taşıyarak hak ettiği değeri kazanmasını sağlayacaktır.