Perşembe günü Sevgililer Günü kutlandı. Kimisi hayat arkadaşı can yoldaşıyla, kimisi hayatını paylaşmak istediği, kalbini çarptıran kişiyle 14 Şubat tarihini bahane ederek sıradan bir günü özele çevirmeyi başardı. Gerekliliğini tartışan kişiler olsa da hayatında ilk defa eşinden çiçek aldığını söyleyen hastamın mutluluğunu görmek benim adıma yeterliydi. İnsanı özel hissettiren her şey güzeldir.

Aşka çok farklı tanımlamalar yapılmıştır. Kimine göre aşk takıntılı bir düşünce biçimine sahip olmakken kimine göre coşkulu bir yükselme halidir. Bazen seçici bir odaklanma haliyken bazen normal insanlardaki anormal ilgi daralması olabilir. Bazıları yaşamın sıradanlığına aşk ile başkaldırırken aşkı yaşamış herkes bilir ki aşk varlığında soyut kaybedildiğinde ise somut bir kavramdır. Prof. Dr. Mehmet Z. Sungur aşkı hayal edilenle gerçek arasındaki fark anlaşılıncaya kadar geçen süre olarak tanımlamış. İki hafta önce köşe yazımda Altaylılar için hayal ile gerçeğin birleşmesini dilemiştim. Sonsuza kadar sürecek aşkın belki de simyacılar tarafından bile bulunamayacak formülü, hayal ile gerçeğin birleşmesi.

Aşk aşık olunan kişiye atfedilen özel bir anlamdır. Amerikalı antropolog Prof. Dr. Helen Fisher yaptığı çalışmada yaş, cinsiyet, cinsel yönelim, dini inanç ve etnik grup farklılıklarından bağımsız, tüm aşık olan insanların aşık oldukları kişilerle ilgili sorulara büyük oranda benzer yanıtlar verdiğini saptamış. Yani büyünün hepimizi benzer biçimde etkilediğini göstermiş. Aşkın böylesine benzer yaşanmasını sağlayan ne? Genelde köşesinde spor yazıları yazan, hayatının önemli bir bölümünü tribünlerde geçirmiş dostlara sahip, insan duygu ve davranışlarında uzmanlaşmış bir tıp adamı olarak da benim aklıma şu soru geliyor: Kulüplerine aşık olduğunu söyleyen insanların da bu sorulara cevapları ve başka çalışmalarda gösterilmiş aşkın kimyasalları ve beyin görüntüleme çalışmaları da benzerlik gösterir mi? Tribünlerde zaman zaman anket dağıtan üniversiteli arkadaşlar! Alın işte size bir tez çalışması.
Ulaşılmaz aşklar için polikliniğime başvuran kişilerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Engeller duyguları yoğunlaştırabilir. Aşıklar için olumsuz sayılabilecek koşulların aşkı körüklemesi nadir görülen bir durum değildir. Aşık olduğun kişinin evli olması, farklı etnik gruptan veya mezhepten geliyor olması romantik duyguları azaltmaz. Aslında belki de aşk ayrılık ve güçlüklerle karşılaşınca daha çok beslenir ve en hızlı büyüme sürecini bu dönemde sağlıyor olabilir. Belki de bu yüzden anne ve babalar çocuklarının aşık olduğu kişiyi istemediklerinde ya da onları engellemeye kalkıştıklarında çocukları onların istemedikleri kişilere daha çok yakınlaştırmış oluyor. Sosyal ve fiziksel engellerin tutkuyu ateşleyebildiğine işaret eden edebi yapıtlar arasında belki de en çok bilineni dünyada Romeo ve Juliet bizde ise Leyla ile Mecnun'dur. İstanbul takımı dışında taraftar olmak da aslında bir parça ulaşılmaz aşkın peşinden koşmak gibidir. Biz hayallerimizdeki galibiyetler, şampiyonluklar peşinde koştukça sanki takımımıza aşkımız perçinlenir.

Bir şeyler kaybettiğimiz zaman acı çekeriz. Acı, artık orada olmayanın, senin yaşamındaki önemini ortaya koyar. Ancak bir ilişkiyi kaybetmekten daha kötü olanı anlamını kaybetmektir. Sevgilinden ayrıldığın zaman çevrendekilerin 'artık unut onu' sözlerine ne kadar öfkelendiğimizi hatırlayalım. 'Unut onu' lafı yaşadığımız acı deneyimin başkaları tarafından anlaşılmadığı anlamına geliyordu. Sanki yaşadıklarımız değersizleştiriliyor gibi. Diğer yandan bize hiçbir şey söylememeleri ise çaresizliğini onaylamak ve bu çaresizliğe seyirci kalmak anlamına geliyordu. Bu duyguyu taraftar olan bizler de birçok yenilgi, son dakikada kaçan şampiyonluklarda yaşamışızdır. Üzülme bu sadece futbol dendiğinde anlaşılmamışlık duygusu bizi öfkelendirirdi. Hiçbir şey söylememeleri ise çaresizliğimizdi.

Son dönemde birçok kişi artık yenilgilere alışır oldu. Son yenilgi sonrası üzüntümü sorguladığımda yenilgiye üzülmüyordum. Üzülmememe üzülüyordum. Sanki hayalle gerçeği ayırt etmeye başlamıştım, kendi aşkım adına korktum. Ama görüyorum ki sıradanlaşma, duyguların otomatize edilmesi hem hayatta hem tribünde çok yaygın. Bireyi çift yapan, seyirciyi taraftar yapan duygunun körelmesi hepimizi bekleyen en büyük tehlikedir.