Geçmiş yazılarımda aşkın kimyasal ömrünün kısıtlı olabileceğini söylemiş ve bu yönde yapılmış bilimsel makalelerden örnekler vermiştim. Bu romantizmden uzak yazılarda aşka ortalama 1,5 yıl ömür veriliyordu ki bu da ilginç bir şekilde Freud'un oral dönem süresi ile uyumlu görünüyor. Batı kültüründe boşanma oranlarının yüzde 50'leri çoktan geçtiğini ve ülkemizin Batı kültürüne en yakın şehri İzmir'de bu oranın % 50 olduğunu ve bunun büyük bir bölümünün ilk bir yılda olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak, aşkı daha uzun sürelere uzatabilmenin üzerinde düşünmekte fayda olabilir.

Aşk, aşırı değer verilen bir yaşantıdır. Kim aşık olmak istemez ki? Ancak aşk, kimyasal bir bağımlılık gibi kendi içinde kendini de yok edebilir. Aşk, beklentilerimizi karşıladığı sürece muhteşemdir. Ama bazen aynı aşk, beklenti ve ihtiyaçlarımızı karşılamakta yetersiz kalabilir. Tıpki ilk başta tek şişe bira ile sarhoş olunabilirken, zamanla çok daha fazlasının yetersiz kalması gibi. Aşk, başka birinin sana hissettirdiklerini sevmektir. Aşık olduğunda, onun neredeyse senin için var olduğunu düşünürsün. Âşık olduğun kişinin bizim için yaratıldığını düşünürüz.

Sevgide hayal kırıklığından bahsetmek zordur, çünkü sevgide bir beklenti yoktur. İhtiyaçları karşılamaya yönelik çeşitli istek ve beklentiler henüz olgunlaşmamış aşkın özellikleridir. Henüz olgunlaşmamış yani sevgiye dönüşmemiş aşkı asla tatmin edemezsiniz çünkü beklentiler o kadar artabilir ki yapılan her şey zamanla az gelebilir. Bu nedenle aşk, kendini geliştirip olgunlaştıramazsa hep acıya yol açarken, sevgi her zaman tatmin eder. Gerçek aşk, farkındalık içeren bir sevgi ile sağlanır. Farkındalık, senin dünyanda olup bitenle, ötekinin dünyasında olup biteni birbirinden ayırt etmeyi gerektirir. Bu anlamda sevgi, sevilenin hissettiklerinden bağımsız yaşanan bir duygudur. Prof. Sungur'a göre özgürdür ve iki kişilik olması tercih edilse de, mutlaka iki kişilik olması gerekmez. Buna belki şunu da ekleyebiliriz. Platonik aşklar belki de bu yüzden çok uzun yıllar ve güçlü duygularla devam edebiliyor.

Aşkın olgunlaşması ve sevgiye dönüşmesi için öncelikle eğer türündeki yani koşullu sevgiden uzaklaşabilmek gerekir. Çünkü bu, karşılık bekleyen bir sevgidir. Olgunlaşmamış aşkta, amaç sevginin karşılığında bir şeyler elde etmektir. Böyle bir sevgi koşullar karşılanmadığında yok olur. Eğer türünde aşklarda beklentiler karşılanmadığında büyük aşk, öfke ve nefrete dönüşebilir. Bu tür aşkta, eğer benim beklentilerimi karşılarsan seni sevmeye devam ederim. Çok bencilce değil mi?

Bir başka sevgide sevilen, bir şeyler yaptığı ve bir şeyler olduğu için sevilir. Yani kişinin sahip olduğu özellikler nedeniyle sevilir. Bu türden bir sevgi ipotekli bir sevgidir. Seveni ve özellikle sevileni baskı altına alır. Seven, bu özellikleri benimsediği, istediği ve ihtiyaç duyduğu müddetçe sever. Sevilen ise bu özellikleri taşıdığı sürece sevilir. Örneğin, sevilen güzel olduğu için sevildiğini düşündüğünden, hep güzelliğini korumaya çalışır. 'Sadece güzel ve çekici olursam sevilirim' şeklinde düşünen birinin kendisinden daha güzel birini görünce tehdit algısı yaşaması belki de kendisini sevenlerin sevgisini kaybetme korkusu ile ilgilidir. Bu onu daha güzel olma çabasına iter. Elde etmek isteyip, edemediklerini yeterince güzel olmamasına bağlar. Kendilerini bir bütün halinde geliştirmek yerine güzelliklerini geliştirmeye çalışır. Bu tür bir sevginin de olgunlaşmamış olduğunu, kuşkuyla ve kaygıyla yaşandığını söyleyebiliriz.

Aşkı, kelimelere, sayfalara, kitaplara sığdırabilmek çok zor. Tıpkı gerçek bir aşkı bulabilmek ve yaşayabilmek gibi zor. Hele gazete köşeniz kısıtlıysa, aşık olduğunuzu içine sığdıramadığınız gibi yazıyı da sığdıramazsınız. Bu sebeple yarım kalmış yazıma gelecek hafta köşemde devam edeceğim. Bu arada sizler, sahip olduğunuz aşklarınıza sımsıkı tutunmaya gayret edin. Belki de kaybedilen aşk, telafisi en zor olan ve yerine bir daha gelemeyecek bir kayıptır.