Köşemde bir yılı geçkin sürede en büyük ilgiyi gören yazılarımdan biri geçen yıl 10 Kasım'da kaleme almış olduğum 'Ölümsüz Atatürk' isimli yazımdı. Yüce Önder'e ölümsüzlüğü sağlayanın bilim ve aydınlanmaya olan inancı ve sömürülen uluslara bu ışıkla açtığı yol olduğuna inanıyorum. Her zaman ışığını kalplerimizde yaymaya devam etmesi ölümsüzlük dediğimiz tılsımlı kavramı sağlamıyor mu?
Atatürk 1919'da "Ülkeyi nasıl kurtarırız" diye sorarken 1923'te "Ülkeyi nasıl aydınlatırız" sorusunun cevabını aramıştır. 22 Ekim 1922 Bursa konuşmasında düşmanı yenmemizin sırrını, ordularımızın sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerinin kılavuz edinilmesi olduğunu ve Türk milletinin bilim ve fen sayesinde gelişeceğini ifade etmiştir. Atatürk, Türk Devrimini dogmalarla yönetilen bir ulus olmaktan çıkıp, akıl yolu ile kendi kendini yöneten bir ulus olma hareketi olarak tanımlamıştır. Ona göre Osmanlı'nın zayıflama ve yıkılmasının temel nedeni bilimden ve akılcılıktan uzaklaşılmasıdır. Mustafa Kemal'in hayali akla ve bilimsel yönteme inanan aydın yurttaşlardan oluşan çağdaş toplum yaratmaktı.
Aydın, düşünsel tutsaklığa karşı mücadelede, toplumların en çok ihtiyaç duyduğu kişidir. Aydın, çağdaş, akılcı ve bilimsel dünya görüşünü benimser. Aydınlanmanın 1743-1794 yılları arasında yaşamış olan ünlü düşünürü Condorcet'e göre aydınlar tarafından aydınlatılmayan toplumlar şarlatanlar tarafından aydınlatılır.
Türk Devrimi'nin mimarı Atatürk'ün benzersiz birikiminde  "Nasıl kurtarırız?" sorusu "Nasıl aydınlatırız?"a dönüşmüştür. Onuncu yıl nutkunda "Türk milletinin yürümekte olduğu gelişme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müsbet ilimdir" ifadesi ile meselelerimize hangi yoldan çözüm aramamız gerektiğini açık seçik ortaya koyar. Pozitivizm akılcılığa, gerçekçiliğe ve deneyciliğe dayanır. Yani bu ilim anlayışına göre akla, mantığa, deneye dayanmayan hiçbir bilgi, bilimsel bilgi olarak kabul edilemez.
O, toplumun kendi kurtuluşunu aydınlatacak gelişimi özümsemesi için Batı Aydınlanması'nın geçtiği yollara dönük birikimleri olduğu gibi almayı değil, altyapısını kurmayı seçmiştir. Atatürk, çağdaşlaşmak için Batı uygarlığını kendisine örnek almıştır fakat batıyı taklit etmemiş, kendine özgü bir yol izlemiştir. O'nun gözünde Avrupa ve Amerika'daki bilim ve sanat adamları ile bu ülkelerin izledikleri siyasi yaklaşım başkadır. Gelişmenin özü, mevcut bilgilerden yararlanarak, kendi sentezini katarak bilimsel bilgi ve teknoloji üretmekte yatmaktadır.
Prof. Utkan Kocatürk'ün 'Kaynakçalı Atatürk Günlüğü'nde yüce Önder şu şekilde saptama yapmıştır: "Gerçek anlamda eşitlik, dünya üzerinde belki hiçbir zaman kurulamayacak. Bununla birlikte, bütün gücümüzü bu yüksek ideale çevirmeli ve buna yaklaşmak için elden ne gelirse yapmalıyız." Türk bağımsızlık zaferi sömürülen tüm uluslar için umut olmuştur. Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi ve ruhani lideri filozof Gandhi, "Biz, Atatürk büyük devletlere baş eğdirinceye kadar bir doğu ulusunun, bir batı ulusu esirliğinden tamamıyla kurtulabileceğine inanmazdık" diyerek onun tüm sömürülen ülkeler için saçtığı ışığı takdir etmiştir.
Bugün birçok zaman hissettiğimizi Atatürk Nutuk'ta ifade etmiştir. "Türkiye'yi yönetenler çok şeyi düşünmüşlerdir. Ama yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir; Türkiye'yi!" Bunu sadece ülke yöneticilerine değil birçok yönetici ve kurumları için de düşünebiliriz.
Yüce Önder'e duyulan sonsuz saygının ve onu ölümsüzlüğe taşıyan duyguyu anlatabilecek en güzel söz belki de Voltaire'in şu sözüdür: "Saygı borcumuz, düşüncelerimizi baskıyla tutsak etmek isteyene değil, bilinçlerimizi gerçeğin gücü ile aydınlatanadır."