Atatürk ve Cumhuriyet ile ilgili anma ve kutlama günlerinde bu kez hangi bahane ile kısıtlanacak beklentisine giren toplum, Atatürk adının belki de en fazla anıldığı bir 10 Kasım süreci yaşadı. Öyle ki, yaratılan algıya göre; yaşamları boyunca Atatürk'e mesafe koymakla kalmamış, Cumhuriyetin temel kurum ve ilkelerine karşı mücadele ederek onu başkalaştırmak için ellerinden gelen gayreti göstermiş olanlar, Atatürk çizgisine gelmişler(di)!...
          
Dayatılan sonuçlar üzerinden kaderi çizilen bir ülke olunca, nedenler ve niçinleri sorgulayanların başlarına gelenlere bakarak, sonucumuz kaderimiz diyenler inanabilirler... Ben inanmama/sorgulama hakkımı kullanıyorum. 10 Kasım günü, "içinizdeki kini saklayın" diyenleri baş tacı etmiş bir siyaset zemininde, kimin ne dediğine mi? Yoksa Cumhuriyet'in temel ilkesi laiklik ve Atatürk devrimlerinden elimizde nelerin kaldığına mı bakacağız?
         
Kimin ne dediği/nereye geldiği ile ilgilenirken, hep birlikte nereye sürüklendiğimizi göremez oluşumuz, iktidar odaklı siyasetin ilerlemesinin sebeplerinden biri. "Müzakereci demokrasi" dediler buna. Demokrasi ülkeden gideli on yılı aştı... Geriye, masasına alınan her başlık, algı operatörleri ile iktidar hanesine yazılmaya kodlu "müzakere" kaldı. Sahipleniliyor gibi yapılarak boşaltılan değerlerimizden söz ediyorum... Toplumsal hafızanın silinmesi; kavram ve kişilerin yeni sahiplerince önceki içerik ve algılarından farklı bir biçime dönüştürülmesi stratejisi de denilebilir.  
       
"90 yıllık reklam arası" diyeni, "Cumhuriyetçi oldu" başlığı ile pazarlayan ters algıya inanan, inanmak isteyenler olabilir ama çok güzel atasözlerimiz var. Yedisinde ne ise, yetmişinde odur!... Kırk yıllık Kani, olur mu yani?!... gibi... gibi...
         
Atatürk adının anılmasını vasiyet etmedi. Benim adımı anarak Cumhuriyeti başkalaştırın/başkalaştırılışına tanıklık edin demedi. Bize Cumhuriyeti ilelebet yaşatmayı vasiyet etti. Okullarımızdan andımız kaldırıldı. Dağlara taşlara yazılan "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözcükleri kazındı... Cumhuriyet'in ve devletimizin temeli olan laiklik sözcük olarak bile anılmaz oldu. Sulandırılmayan, özü boşaltılmayan kaç kurum, kaç kavram kaldı?
         
AKP, muhalefetin kendisini görünür kılacağı tüm simgeleri kuşanarak ilerliyor. TC ibaresini silmeye kalkıştıklarında yurttaşlar isimlerinin başına TC eklediler. Atatürk ve Cumhuriyet'e mesafe konuldukça yurttaşlar Anıtkabir'e, alanlara dolup taştılar... Siyasal muhalefetin boşluğunu toplumsal muhalefet doldurur oldu.
         
Millete, Türklüğe mesafe koyup, yeniden ümmete dönme özlemleri, padişahın yetkileriyle donatılmış tek kişi üzerinden siyasete biçim vermek, laik eğitimden uzaklaşmak için her geçen gün eğitim siteminde yeni bir arıza üretmek midir Atatürkçü olmak?!...
        
Ortada Atatürk üzerinden sürüp gideceğe benzeyen bir tartışma ile adını anan herkesin sahiplendiği anlamına gelmiyor. Atayı ve Türklüğü inkar eden bir sistemin inşasının var hızı ile sürdürülüşüne  tepkili  güçler pasifleştirilerek ilerletiliyor yeni sistem. Değişen kimse yok, gelişen ve yerleşen bir iktidar için yeni yöntem ve stratejiler var. Toplumun farklı kesitlerini bir iten, bir çeken, sürekli dönerek öğüten bir mekanizma...
         
Günümüz iktidarları, karşı güçlerin simgelerini kuşanarak onların görünürlük alanlarını boşaltırlarken, aynı zamanda sahiplendikleri değerleri de artık önceki içerikleri ile değil de kendi görmek istedikleri biçimde sunumlayarak boşaltmış oluyorlar. Çift yönlü boşaltma etkisi... "Alın bu sizin yeni Atanız" sürecinin de yapı taşları...
        
Her yeri kaplayan, kimileri yerleştirildikleri köşelerde yazan, kimi eline verilen replikler üzerinden konuşarak algı yönetiminde görev üstlenenlerin işi çok zor... Öğrenciliğimde Siyaset Bilimi hocamız bize, "Sahibinin Sesi" diye bir plak şirketinden söz etmiş ve siyasetten örnekler vermişti. Bu süreçte bu örneğe oturan sayısında patlama var ve bunlar sadece medya ve siyasette yok; toplumun her kesitinde çıkıyorlar karşımıza... Sizi bilemem; bu 10 Kasım, belleğimde Atatürk'ü kimlerin sahiplendiği ile değil de, düğmeye basıldığında aynı anda herkesin aynı konu etrafında nasıl öncekinden farklı konumlanabildiği ile yer edinecek: "Çok kanallı tek sesli Türkiye"nin tescillenmesi!...
       
Hazır Mustafa Kemal patlaması(!) yaşanıyorken, birileri de internet üzerinden, hem de Mustafa Kemal adı ile alınan mail adresi ile, tüm CHP'lileri blok halinde yeni kurulan İyi Parti'ye oy vermeye çağırmış; sebep olarak da Kılıçdaroğlu'nun cezalandırılmasını gösteriyor. Tam bir akıl tutulması!... Hem Atatürkçüyüz diyeceksiniz, hem de onun kurduğu partiyi boşaltarak, partiyi tarihe gömen olacaksınız.
       
İyi de, İyi parti bu amaçla mı kuruldu? Son kalan sistem partilerini tarihe gömerek, yeni sistemin inşası için mi kuruldu? Amacı, sağ siyasette boşlukta kalan ve AKP'ye kaçan oyları toplamak değil mi? Muhalefeti boşaltmak, iktidarı güçlendirmek değil midir? Kılıçdaroğlu'nu cezalandırmak adı altında kendimizi cezalandırmış olmayacak mıyız? AKP'nin en büyük şansı dağınık ve birbiri ile kavgalı muhalefet değil mi?!..
        
Bu tür girişimler daha kuruluş aşamasında İyi Parti'ye sadece zarar verir. İyi Parti,  merkez sağ siyasetteki boşluğu doldurmaya çalışmalı. DYP ve ANAP'tan kopanlara seslenmeli. CHP'yi ittifak alanı içinde tutmalı. Sürekli CHP'ye çatan MHP'nin hatasına düşmemeli.
          
Partiler sistemi değiştiriliyor. Partilerin isimleri değişmiyor sadece, kurumsal güçlerini yitiriyorlar. Dışlarından sıkıştırıldıkları yetmiyor gibi, kendi içlerinden boşaltılıyorlar. CHP'nin eksenini kaydıran bir kuşatma olduğu doğru ama bunu kırmanın yolu partiyi boşaltmak değil, özüne dönmesi için çaba göstermekten geçiyor.
        
Biz Atatürk üzerinden polemikleri manşetlerde okurken, gazetelerin iç sayfalarında özgürlükler liginde gerileyişimiz rapor ediliyor. Başka bir veri de, dünya zenginleşirken Türkiye'nin yoksullaştığını ortaya koyuyor. Son bir yılda ortalama yüzde 6 yoksullaşmışız. AKP politikaları ile yoksullaşma sürüyor. Türk Lirası dolar karşısında yüzde 18 eridi diyor Küresel Servet Raporu verileri...
        
Adı üzerinden konuşarak zaman yitirmek  yerine, Atatürk'le var edilen devletimizi onun ilkeleri ile yeniden var etmeyi, yeniden özgür yurttaş olmayı konuşsak.
         
Kadın erkek eşitsizliğini gidermek için çabalarımız vardı, şimdi eşitsizliğin zeminlerinin çoğaltılışına tanıklık ediyoruz.  Üstelik, bir ayrışma alanı da aile kurmada  açıldı; müftü nikahı, belediye nikahı... Cumhuriyetin kadını güçlendiren tüm kurumlarının dönüşümüne tanıklık etmek midir Atatürkçülük?!
          
Adaleti yürünen yollarda başkanı yeniden sürümlemeye indirgedik ve unuttuk... Artık kimse adalet demiyor. Ve yokluğunu, her geçen gün biraz daha fazla hissediyoruz adaletin ve özgürlüklerimizin.
         
Konuşmamız gereken başlık çok, ama biz toplumun yaralarına değip, dokunmak yerine, birbirine laf yetiştirmeye çalışanların kalabalık ettiği bir zeminde yapılan işe "siyaset" diyoruz.
         
Muhalefet yoksa, yeniden dizayn ediliyorsa, görünen sadece iktidarsa, iktidarın dışında siyaset üretecek zemin kalmamışsa o rejim demokrasi ile anılmaz.
         
Son bir söz; Uğur Dündar'a yapıştırılmak istenen FETÖ'cü etiketine ilişkin. Açıkçası, Kemalistleri toplamaya başladıklarında ilk isimler arasında olacağını düşünüyordum ama inanın, Kemalistleri FETÖ'cü ilan etmek şeytanın bile aklına gelmezdi. Şimdi herkes(!) Atatürkü sahiplendiğine göre; Kemalistleri toplamak için bir bahane gerek diye düşünenler, Uğur Dündar'ın başını çektiği bir kesimin üzerine hiç yapışmayacak/yakışmayacak bir etiket olduğunu çok iyi bilmekteler. İtibarsızlaştırma çabasının yeni adı, FETÖ'cü diye yaftalamak...
        
Ama dedim ya!... Adaleti yürünen yollarda bırakıp, partideki yerini pekiştirmek için yürüyeni omuzladık. Etkili muhalefet eden herkese bir bedel var, Ergenekoncu, Balyozcu.... şimdi de FETÖ torbasına benzemezlerin toplanması, hatalarımızın ağır bedeli oluyor.
         
Adaletin yürünerek var edilemeyeceğini  test ederek öğreniyor oluşumuz, bize hataları göstermesi gerekenlerin hatalarını örterek onları yeniden pazarlamaya çalışanların vebali, ama  süreci iyi niyetle (hiçbir şey yapmadan, umut ve beklentilerle) okuma ısrarımızın bunda hiç payı yok mu?!..
          
Kıssadan hisse; sonradan olma "Atatürkçülük" üzerine yazılıp, söylenenlere de bu pencereden bakmamız gerekiyor. Görünen ile örtülmemeli aklımız!...