Temmuz ayının 20'siydi, yıllardan da 1974'tü; bir yandan paraşütçü birliklerimiz havadan indirilirken deniz amfibi birliklerimiz Girne sahillerine çıkarma yapmaktaydılar. Ancak; ülkemizin Kıbrıs harekâtının başlamasından önce yetkililerimizce; olacaklar hakkında bilgi aktarımı yapılmamıştı. Dışişleri Bakanı rahmetli Turan Güneş barış görüşmeleri için Londra'da bulunuyordu. Görüşmeler olumsuzluğa doğru yönelince Dışişleri Bakanımız yalnız ve yalnızca "Ayşe Tatile Çıktı" diyerek şifre ile işaret vermişti. Kısacası demem o ki; öyle şimdiki gibi reklamlı ve gösterişli bir şov yaşanmamıştı.

Oysa; ortam son derece uygundu. Bir koalisyon hükümetinin yani iki ayrı partinin iktidarda olduğu bir hükümeti gözünüzün önüne getiriniz. İstemiş olsalar koalisyonun iki kanadını oluşturan partilerin liderleri kendilerine pay çıkarabilmek için neler yapmazlardı ki? Ama öyle çatallaşmalar filan olmadı. Rahmetli Ecevit; siyah-beyaz devlet televizyonuna çıktı, heyecandan titreyen sesiyle silahlı kuvvetlerimizin barışı sağlamak amacıyla Kıbrıs'a çıkarma yaptıklarını açıkladı. Ardından Rahmetli Erbakan da gerekli açıklamalarda bulundu. Dikkatinizi çekmek isterim; Genelkurmay Başkanı Rahmetli Semih Sancar'ın ne resimlerini ne de beyanlarını görebildik.
Ne demekmiş, demek o günlerde devlet adamlığının görüntüsü öyleymiş.
---
Aslında bizim Suriye maceramız galiba 2011'lerde başlamış olmalı. O zamanlar niyetimiz; üç, evet üç günde Şam'a kadar yürüyüp Emeviye Camisinde namaz kılmaktı. Sanki ülkemizde namaz kılınacak cami bulunmazmış gibi ille de Emeviye Camisi ille de Şam! Bu uğurda neler yapılmadı ki? Süleyman Şah'ın Caber Kalesi'ndeki kabrini yangından mal kaçırır gibi yerinden alıp ülkemize getirmiş o yapılanları da çok büyük bir başarıymış gibi değerlendirerek kamuoyu bilgilendirmesi yapmıştık. Lütfen hatırlayınız, Türbenin başındaki bayrak direğinin dikilmesini, hem de Amerikanvari türde dikilmesini nasıl unutabiliriz?

Yok yere Sovyet uçağını düşürüp ortalığı birbirine kattık. Karşılıklı notalar, ekonomik yaptırımlar, gerginlikler. Neler neler oldu? Kimse o günleri unutmamıştır.
Daha sonrasında neler mi oldu? Sonra işin içine İran da girdi, sonra Sovyetler de işin içine girdi zaten kendisini dünya jandarması konumunda gören ABD hemen olaylara karışıverdi. Bu arada sarılı, yeşilli, mavili, kırmızılı, taramalı, noktalı yeni haritalar yayınlanıyordu. Dikkat ettim; gazeteler ve TV'ler bu haritalarda ayırımları tanımlayacak renkleri bulmakta zorlanıyorlardı. Nasıl zorlanmasınlar ki; o saydığım devletlerin etkinlik bölgelerinin yanında işin içinde bulunan fraksiyonları unutmamak gerekir. Ben artık harflerin anlamlarını bile yitirdim. Nasıl mı diyeceksiniz? Eskiden PKK'yı bilirdik sonra IŞİD çıktı, DAEŞ çıktı, PYD, YPG, NDF çıktı. İnternet ortamında araştırma yapmaya kalktım öylesine değişik gruplar var ki donup kalmamak elde değil. Haydi gelin bir ikisini sayalım burada, yalnız dikkat ediniz başınız dönmesin. Hazır mıyız? El Nusra, Ehl-i Hak, Sadr Hareketi, Şam Kartalları, Hak Tugaylar, ÖSO. Kim bilir, mutlaka saymayı atladıklarımız da vardır. Dolayısıyla bu gruplar için hangi renkleri kullanabileceksiniz?
Ve giderek bizim ülkemiz; komşu olmanın haklı gerekçeleriyle altı-yedi senedir yalpalayarak da olsa Suriye ile doğrudan ilgilenmektedir. Yalpalayarak kelimesini bilerek kullanıyorum. Haksız sayılmam herhalde? Konukseverlik yaptık, dört milyona yakın belki de aşkın Suriyeli nüfusunun statüsü belli olmayan ve olmayacak bir şekilde ülkemize yerleşmesine izin verdik.  Sn. Cumhurbaşkanımızın belirttiğine göre Suriyeli sığınmacılar için devletimiz 30 milyar doları aşkın bir harcama yapmıştır. Bu rakam, Dış Ticaret Bilançosu ve yıllık bütçeleri açık veren ülkemiz için ciddi bir rakamdır. Üstelik; yazdığım gibi statüsü belirlenemeyen bu sığınmacı nüfusu gelecekte sosyolojik sorunların doğmasına da neden olacaktır.

Peki, asıl sorunumuza dönelim isterseniz. Özellikle bir aya yakın bir zamandır alayıvala Suriye'ye gireceğimizi ilan etmemizin mantığını yakalayabilir misiniz? Son bir haftadır uzun menzilli toplarımız Suriye topraklarını dövmektedir. Suriye sınırında yapılmış Çin Seddi ya da Majino Hattı benzeri beton bloklar tankların ve askeri araçların geçişini sağlayabilmek amacıyla açılmaktadır. Sormak gerekir; bu yapılanlarla "Bir gece ansızın gelebiliriz" sloganını nasıl bağdaştıra bilirsiniz?
Bakınız; biz Cumartesi günü Afrin için "Zeytin Dalı" Operasyonu adıyla Suriye'ye giriyorduk. Pazar günü radyo ve TV'lerde bu operasyonla ilgili haberler verilirken bir başka haberle de Suriye'den Hatay'ın Reyhanlı İlçesine roketli saldırı yapıldığını ve 4'ü ağır olmak üzere 37 yaralı olduğunu öğreniyorduk. Benzeri bir saldırı Kilis'e yapılmıştı, orada da 4 yaralı vardı. Kısacası demem o ki; Suriye'de operasyon yaparken ne hikmettir kendi kentlerimizi korumaktan belki de yeterince uzak kalmış oluyorduk.
Biz oraya, yani Afrin'e 30.000 kişilik terörist grubu yok edebilme gibi ülkemiz açısından son derece haklı bir gerekçeye dayanarak operasyon yapmaktaydık. Ancak daha önceleri; o 30.000 kişinin orada birikmesini önleyecek girişimlerde bulunmak daha doğru ve üstelik az rizikolu olmaz mıydı? İstenseydi bu birikimi engelleyecek önlemler alınamaz mıydı?
O halde; sormak gerekir bundan sonra oluşabilecek her türlü olumsuzlukların ve kayıpların vebali kime ait olacaktır?
Esenlikle kalınız...