Suriyeli göçmenlere yönelik göçün AB sınırlarında durdurulması ve Türkiye'de bloke edilmesi anlayışı kapsamında idari ve siyasi çözümler de içeren önlemlerin yetersizliğinin tespiti ve içtihadi kararlar yaratması talebiyle Avrupa Birliği Adalet Divanı'na başvuracaklarını açıklayarak ses getiren Ana Yaşam Vakfı (AYVA) ve vakfın içinden çıkan STOP Platformu üyeleri hedeflerinin toplum sorunlarını gündeme getirmek olduğunu belirttiyor.

İzmir'de kamuoyunun yakından tanıdığı çevre konularında açtığı davalarla tanınan Avukat Senih Özay, aile fabrikasında sanat okulu açan, hissedarı olduğu arsaya gökdelen yerine 8 katlı mevcut imarın uygulanması için dava açmasıyla tanınan işadamı Mehmet Refik Soyer, gazeteci Feyzi Hepşenkal, Avukat Murat Fatih Ülkü'nün kurduğu Ana Yaşam Vakfı (AYVA) ve STOP adına verdikleri sivil toplum platformu 4. kuvvet olan sivil toplumun geliştirilerek ülke siyasetinde vatandaşların sesi olmak amacıyla yola çıktı. Bütün dünyanın en büyük sorunlarından biri olan mülteciler konusunda görünen 4 kişi olmak üzere kendileri gibi düşünen kişilerin adına dünya siyasetine karşı silahşörlüğe soyundular.

*Ana Yaşam Vakfı (AYVA)'nın kurulma amacı nedir? İlk eylem olarak STOP adlı bir hareket başlattınız ve vakıf olarak mülteci sorununa eğildiniz? Bunun sebebi nedir?

MEHMET REFİK SOYER:
Mülteci sorunu, İzmir'de de özellikle yaz aylarında daha fazla hissedildi. Ve yine İzmir ve çevresinde örneğin Dikili-Çeşme'de giderek önümüzde olmaya başladı hadiseler. Ve insanlarımız haliyle duyarlı olmaya başladı. Bizim amacımız buradan hareketle çok evrensel bir konu aslında. Hatta boyutlarını biz bile yeterince idrak edemiyoruz. Yalnız Suriye'deki savaş değil, insanlar yurtlarından sıcak evlerinden ayrılmak zorunda kaldı.

Temelde bizim kendi aramızda muzdarip olduğumuz, rahatsızlık duyduğumuz konu şu; Türkiye'de bu yaşa kadar o konular peşinde koştuk. Burada demokrasimizin daha bir derece iki üç beş derece yukarıya götürülmesi için yapılması gerekenler var. Eksiklikler var. Bunu devlet kendi başına bir yere kadar kotardı. Sonrasını kotaramadı. Bir ülkede eğitim sistemi, genel olarak kültürel değerlerin yaşatılması geliştirilmesi gibi bir yere kadar geliştirebildi. Ama bu yeterli değil. Demokrasi dediğimiz şey insanoğlunun kendi kendini geliştirebilmesi. AYVA, Türkiye'de ayvayı yemek anlamında, bir kazıklanma kötüye düşmek anlamında kullanıldığı için hoş bir amblem olarak düşünüldü. Biz de Türk insanını, dünya insanını ayvayı yemeğe düşmesin diye bu amblemi seçtik. Yani önce ayvayı belirledik sonra açılımı oluşturduk.


Sivil hareketleri geliştirmek zorundayız

Siz de bu amaçla demokrasinin gelişmesi için yola çıktınız diyebilir miyiz?

MEHMET REFİK SOYER: Türkiye'de yaşanan çok sebepli ve çeşitli kesilmeler-müdahaleler vakti zamanında benimsendi, orada da kayıplar vardı ve insanlar 'biri bizi kurtarsın' dedi ve bunu askerler yaptı. Neticede biz sivil hareketleri geliştirmek zorundayız. Çok geriledi sivil hareketler. Bundan 15 sene evvelden daha geride. Çok çeşitli sebepleri var bunun. Bu düşüncelerden harekete geçtik. Biz ülkede dördüncü kuvvet olarak adlandırılan medya konusunda özenli çalışmalar yapalım. Yine buna bağlı olarak hukuk evrensel hukuk doğrultusunda önemli çalışmalar yapalım. Ne yapalım? Biz burada eğitim almakta olan öğrencilerimizi ve eğitimleri süren avukatlar, gazeteciler, hakimler, savcılar her neyse sosyal medyacılar. Bunların içerisinden fonlar yaratalım. Ve bu gençlerin yurtdışıyla temaslarını sağlayacak, hatta oralara gidip bir müddet eğitimlerini sağlayacak-çalışabilecek imkanlarını sağlayacak vakıftan bahsediyorum.
Burada bizim gittiğimiz yol bu. Diyelim ki siz başarılı gazetecisiniz. Sizin gibi birini niçin daha fazla dünyaya açmayalım. Çünkü ülkede biz maalesef yirmi santim önümüzü görerek yaşıyoruz. Eskiden bir metreydi bu. O manada çaba yapmak üzere AYVA Vakfı'nı kurduk.

*Bundan sonra yapacağınız çalışmalar neler?

MEHMET REFİK SOYER: Pratikte şöyle çalışmaya karar verdik. Biz bir sırt çantası oluşturuyoruz. O çantanı içerisine taşıyacağımız sorunları yerleştirip sonra önceliğine göre onları çıkarıp çözüm bulmaya çalışacak ve toplumu çözüm bulmaya çağıracağız. Çünkü çok sorun var. Bunların hepsini bizim tek başına halletmemiz mümkün değil. Bunu bu konularda uzman olan diğer STK örgütleri ile çözmeliyiz. Yararlı bir çalışma yöntemi olacak diye düşünüyorum.

FEYZİ HEPŞENKAL: Güncel konulara da el atacağız tabi ki. Bu da tamamen önümüzde olan ve giderek yoğunlaşan mülteci meselesini yerelden alıp genele genelden alıp bütün evrene yaymamız gerekiyor bu hareketle. Bu konuyu aldık gündemimize öncelikli olarak. Hem vakıf olarak hem de sivil toplum platformu olarak.


İşadamı topluluğu değiliz

*STOP hareketini sivil toplum hareketi, platformu olarak açabilir miyiz?

MEHMET REFİK SOYER:
STOP hareketi sivil toplum hareketini teşvik edecek diye düşünüyoruz. Bizim bakışımızla şimdiki dünyanın gelmiş olduğu aşamada gençlerin şimdiki bakışını birleştirip canlandırmak istiyoruz sivil toplum hareketini.

SENİH ÖZAY: Vakıflar biraz hantal örgütler. Örgüt hantal kalabilir diye onun başlattığı veya başlatmadığı hareketleri vakıf hantal kalırsa diye STOP platformunu oluşturduk. Dur, STOP et, frene bas anlamına gelen bir hareketti.
STOP Platformu sadece mültecilerle alakalı değil. Göreceksin ki ilerde gökdelenler, hava kirliliği STOP el koyacak. Aliağa'daki santrallerin İzmir'in hava kirliliğinin ana nedeni olduğunu da tartışacağız.
STOP daha çok hukuk yaparak eylem yaparak diyelim ki İzmir'i hava kirliliğine STOP müdahale etmek istedi. Bunun için bir otobüs kiralayabilir. Bu otobüsle izmir'i dolaşabilir, gazetecilere gösterebilir. Böylesine eylemler yapan bir hareket olacak. STOP hareketi de mültecilerle ilgili önemli çalışmalar yapacak. Kamp nerede bakım koşulları nasıl. Kampın içinde okul var mı vs diye bakacak. Ekonomik olarak bakmayacak yani. İşadamı topluluğu değiliz.
Gökdelenleri de ele alacağız. İzmir'e 125 gökdelen yapmayı düşünen işadamı var. İmar planları yaptılar. Bayraklı'da 125 gökdelen yapacaklar. Nasıl yaparsınız? ÇED mi var, yollar mı var, hastane mi, okul mu var trafik mi var? Demeye kalktık kalkıyoruz kalkacağız.

*Mülteci olmak nedir?

MEHMET REFİK SOYER: Mülteci bugün kendi evinden yurdundan herhangi bir sebepten dolayı; bu ekonomik olabilir, bu huzursuzluk yaratan meseleler olabilir, harp-savaş olabilir göç etmek zorunda olan insanlar. Kendi doğduğu yurdu, yeri terk edip hayatını daha kötü şartlarda yaşamak için ortaya çıkan bir eylem.

SENİH ÖZAY:
Dünyanın en büyük sorunudur mülteci sorunu. Malatya, Kilis, Urfa'da kamplar var. Harmandalı'ya da kurulacak sanırım. Orada 15 bin kişilik mülteci çadırı kamp çalışması başladığını duyduk. Bunu İzmir Barosu'na ihbar ettik. İzmir Barosu'nun ilgisini gözlemleyeceğiz. Baroyla birlikte belki de bu konuda ne yapıyorlar, doğru mu yapıyorlar yanlış mı yapıyorlar diye bakacağız. Çünkü 3 milyar euro parayı eski AKP milletvekili adayı birinin emrine tahsis etmişler. Oradan dağıtıyorlar. Neler oluyor bunları bilmek ve hukuksal olarak müdahale etmek gerekiyor.


Mülteci yükü artıyor

*Avrupa'nın mülteci sorununa yönelik yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?

MEHMET REFİK SOYER:
Bizi bloke ederek burada tutmaya çalışmayın. Paradan daha fazlasını Türkiye'nin vermesi gerekiyor. Türkiye hakikaten olmayacak bir şeyi yapıyor. Yalnız bu sene değil iki üç senedir. Her geçen gün nüfusu artan bir mülteci yükü var Türkiye'nin üzerinde. Sınırların akrabalıklar ötesinde Türk halkının misafirperverliği var. Türkiye'ye de bravo. Ama şimdi AB ile bazı sorunlarını halletmek üzere bunu koz kullanamya başlıyor olması gibi hükümetin karşı tarafın da yarar elde etmek adına bir durumu var. Oluşturulmuş batı hukuk normlarının aralarından geçerek bunu yapmak istiyor Avrupa. Dolayısıyla biz burada Avrupa'yı da uyarmaya çalışıyoruz. Diyoruz ki yapmayın sizin güzel hukuk normlarınız var. Şimdi onları kısa dönemde geçici bir şekilde harcamaya çalışıyorsunuz. Harcamayın diyoruz.

FATİH MURAT ÜLKÜ: Dünyanın en önemli sorunu olan ülkemizin de yakında hissettiği mülteci sorunu hepimizin önünde. Kıyılara vuran bebek cesetleriyle hepimiz kahroluyoruz. AB ile AB Komisyonu ve Türkiye arasındaki anlaşmada yer alan geri kabul tarihini hazirana çeken, bunun karşılığında da Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına vize kolaylığı sağlayan bu geri kabul anlaşmasının tam anlamıyla uygulanmasını koşul olarak arayan ve Türkiye'nin mülteciler nedeniyle yaşadığı ekonomik sorunlara katkı olarak 3 milyar euro önermesini biliyoruz.
Bu anlaşma
1- AB Adalet Divanı'na başvuran 4 başvurucu olarak Türkiye'nin mültecilerle ilgili yaşadığı ekonomik sıkıntıya AB'nin katılmasından; 3 milyor euroyu vermesinden yanayız.
2- Türk yurttaşlarının tamamen hakkı olan vize serbestisinin hiçbir koşula bağlanmadan Türk yurttaşlarına bağlanmasından yanayız.
3- Türkiye ile devam eden tam üyelik sürecinin başlatılması-hızlandırılması ve sonlandırılmasından yanayız. Bu başvurumuz bunların dışındadır.
Mülteciler kapitalist sistemin mal hizmet değiş tokuşuna bırakılacak materyaller değildir. Ayrıca AB'nin mülteci sorununu Türkiye Cumhuriyeti'nden kendi sınırlarına gelmişken ben Türkiye Cumhuriyeti'ni de bloke ederim kendi sınırlarında tutarım anlayışının yanlış olduğunu, mülteci sorununun böyle çözülemeyeceğini düşünüyoruz. Türkiye ile AB arasındaki vize ve tam üyelik süreci mülteciler üzerinden yürütülemez. Satın alınabilecek bir süreç değil. Bu nedenle AB'ye diyoruz ki 3 milyar euro vermen doğru, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına hiçbir koşul aramadan vize serbestisi sağlaman gerekir. Bunları Türkiye'nin ağzına bir parmak bal çalıyormuş gibi satın alıyormuş gibi mülteci meselesinde kullanman ahlaki değil.
Bugün insanoğlunun gelişmesinde bir aşama olarak gördüğümüz AB değerleriyle de örtüşmüyor. O yüzden AB'ye diyoruz ki yeni yarattığın AB değerleri öyle steril ortamda, dışarıya kapalı. Bugün bir sınavla karşı karşıyasın. Milyonlarca Suriyeli geldi. Bu sorunu çözmek zorundayız. O nedenle bu anlaşmanın ahlaki olmadığını düşünüyoruz. AB değerlerine, uluslararası mülteci mevzuatına aykırı olduğu gerekçesiyle AB Adalet Divanı'na başvurduk. Başvurumuzun özeti bu.

Başvurumuz gayet ciddi

SENİH ÖZAY:
Mülteci sorunu dünyanın uluslararası en önemli konusu. Dünyanın en önemli sorunu dünyanın önemli uluslararası mahkemesine taşınırsa hoş olur. Hukuksal açıdan uluslararası bir mahkeme mücadele ederse büyük bir etkisi olur diye düşündük. Uluslararası hakimlerin bulunduğu hakimlerde konuyu ciddiye alıp, hukuksal bir konu görüp, buradaki meselenin Avrupa Birliği'ne gelmesin fakir fakir herifler ayakkabının biri yok hasta, okul ihtiyaçları var bunu Türkiye'de bloke edelim diyen yapıyı tartışsınlar diye bu yüksek hakimlere sunduk.
Biz AB Adalet Divanı'nın AB ve AB Komisyonu'nu işlemlerini hukuken denetlediğini biliyoruz. Bu da tam bunun bir örneği. Başvurumuz gayet ciddi. Divana AB değerlerine zarar veren, ahlaken uygun olmayan bir yaklaşımla Türk yurttaşlarına vize serbestliği ile satın alma sürecini sorgula diyoruz. Mülteci meselesi kıyıya vuran insan ve bebek cesetleri dramı bu önlemlerle sona ermeyecek. Türkiye'yi bir mülteci deposu yaparak onları burada bloke ederek sorun kesinlikle çözülemez. AB Adalet Divanı bunu sorgulayacak ve gerekli araştırmaları yapacak yetkilere sahip.
1 milyon göçmenin Ürdün'de Suudi Arabistan'ın finansmanı ile kamplarda kaldığını düşünürsek, Türkiye'de 2.5 milyon insanın kalmasının ne kadar büyük bir olay olduğu görülür. Türkiye'de hükümetin ben dindarım, Müslüman'ım diye ilkin yaklaşsa da dünya siyaseti Avrupa, Amerika, Kürt, Türk siyasetinin etkisiyle hükümetin mülteciler üzerindeki baskıyı kaldırınca insanlar denizden göçmeye, Bodrumdan, Karaburun'dan, Çanakkale'den çıkmaya başladığında Avrupa, delirdi, Avrupa şok geçirdi. Avrupa bununla başedemez dediler ve 3 milyarı feda edip, biraz da vize kolaylığı yapacağız diyerekten böylesine bir uluslararası anlaşmaya gittiler. Bu ahlaksızca bir anlaşmaydı. Bu konuyu hukuksal tartışmaya açtık.


*İzmir'de mültecilerin durumları hakkında ne söyleyebilirsiniz? Özellikle Suriyeli mülteciler kış da geldiğine göre ne yapacaklar, nerede barınacaklar?

MEHMET REFİK SOYER:
Biz uyarıda bulunuyoruz. Mültecilere yardımı biz yapamayız. Ben kişisel olarak tespit etmeye çalışırken varoş denilen yamaçlarda çok fazla Suriyeli ile karşılaşıyorsunuz. Çoluk çocuk aile. Hepsi başının çaresine bakmaya çalışıyor. Bu beraberinde birçok sorunu da getirecek, getiriyor da zaten. Tek tük şeyler yaşandı Türkiye'de. O nedenle sürtüşmeler yaşandı. Türk ve Suriyeli insanlar karşı karşıya gelmeye başladı. Bunlar yine apayrı sorunlar yaratacak. Yani biz burada ilk etapta uyarı görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz.


Kapsamlı bir plan gerek

*Suriyeli mültecilere yönelik bir takım olay ve gerilimler var. İşsizliği arttıracağı veya arttırdığına yönelik. Bu tür eleştiriler varken Türkiye'nin Suriyeli mültecileri ikamet edeceği ve bir tampon görevi göreceği bir durum bir sıkıntı getirmez mi?

MEHMET REFİK SOYER:
Eleştiriler ilk karşılaşmanın getirdiği duygular üzerinden söylenen sözler. İkincisi biraz daha başlarını yukarıya kaldırıp ne olduğuna bakmaları lazım. Türk hükümeti Avrupa ile bir anlaşma yapmak üzere. O anlaşmayı biliyoruz. 3 milyar euro verilecek diye Suriyeliler burada kalacak. Yani o zaman bu insanların serzenişi daha çok artacak. Suriyelilere çalışma hakkı verilmesi zaten genç işsizlik oranı da yüksek olan Türkiye'de sorun yaratacak. İşte tüm bunları çözmek üzere yola çıktık. Yoksa durduk yere bu yaştan sonra niçin yoruluyoruz. Biz bunu böyle algılıyoruz. Bu sorun daha pek çok sorunu da getirecek beraberinde.

FEYZİ HEPŞENKAL:
Benim ekmeğimi alacak niye bu evde bu sokakta oturuyor söylemi duygusal yaklaşım. Sorun daha çetrefil ve büyük aslında. Avrupa bizim ülkemizde tutmak istiyor ancak Türkiye bunun altından kalkabilecek durumda değil. Türkiye'nin bu soruna daha kapsamlı bir plan ve programla bakması gerekiyor.

SENİH ÖZAY:
Her ülkede insani yapılanmalar oluşturuluyor. Ev tutup elbise veriliyor. Çalışma izni verilirse biz işşiz kalırız işsizlik artar. Vay anasını bunlar kötü diye söylenenler de az değil. Suriyeli göçmenlerinin de en akıllısı, iyi olanlarını Avrupa ve Amerika aralarında paylaşacaklar geri kalan niteliksiz işçileri Türkiye'de bıracakları için biz asgari ücretten tut bütün çalışma koşullarında bizim fakirimizle Suriyelilerin fakiri arasındaki çatışmayı, çekişmeyi görebiliriz. Çünkü AB dayatıyor, Suriyeli göçmenlere çalışma izni ver diye. Avrupa Birliği, 'Bunlara pasaport vermeyeceksin anladık. Bunlara Türk Kimliği vermeyeceksin anladık. Ama çalışma izni ver' diyor.