Geçtiğimiz hafta yıllık iznimin bir kısmını Endonezya'nın Bali Adasında geçirdim. Onyedi bin adadan oluşan ve dünyada en çok Müslüman vatandaşa sahip olan  Endonezya'nın yaklaşık 250 milyon nüfusunun yüzde doksanı müslüman halk oluşturuyor. Buna karşın, Bali Adasında yaşayan topluluğun yüzde doksanı Hindu inancına sahipler. Adanın hemen her yerinde bu inancın izlerini görebiliyorsunuz. Kendi dilinde 'Huzur ve Barış' anlamına gelen Bali adasında tüm benliğinizle huzuru ve barış duygusunu hissedebiliyorsunuz. Kendi inanışları çerçevesinde doğayla uyumlu yaşamı yaşamlarının merkezine koymuş Bali halkı, giderek kirlenen bir dünyada cennetten çalınma bir ortamda yaşama ayrıcalığına sahip gibiler. Rehberimiz, Bali halkının çok misafirperver olduğunun altını çizdiğinde, Türk insanının da misafirperver özelliği aklıma geldi ve bu güleryüzlü, mütevazi insanların  tutumlarını kendi insanlarımla kıyaslama gereği duydum.

Bali seyahati sonrası, adresim yaşadığım kentin en güzel, en huzurlu ilçelerinden biri olan Urla'ya düştü. Urla, birçok gürültülü turistik merkezin aksine dingin yaşamı ile huzur veren yerlerden birisi. Böylesi bir yerde Bali kıyaslaması yaptığımda ilk gözüme takılan, cennet ülkemdeki insanların yüzlerinin neredeyse hiç gülmediği gerçeği oldu. Çok güzel lokantalarda oturan aileler, çiftlerin çoğu sanki kendilerine bir görev verilmişçesine vakit geçiriyorlardı. Tabi cep telefonları neredeyse 7den 70e herkesin elindeydi. Misafirperverliği ile nam salmış bir ülkenin esnafı ise adeta canından bezmiş, hizmet verme şevkinden çok uzak ve bezgin görünümdeydiler. Bali'den çok eksiği olmayan bir manzarada yüzü gülmeyen, konuşup sohbet etmeye mecali olmayan bir topluluk herşeyi anlamsızlaştırıyordu. Neyseki küçük çocukların koşuşturmacaları ve tablet oynamayanların çocuk oyunları ortama canlılık katıyordu.

12 Eylül darbesi ile Türkiye'de çok şey değiştirildi. Kendi köklerinden uzak, kendi değerleri ile çelişen bir toplum inşa edildi. Geçmişte söz senet kabul edilen bir toplum, 'kazan da nasıl kazanırsan kazan' düşüncesine evrildi. Ev sahipliği önemli bir sıfat iken, şimdi karşımdakinden ne koparabilirim zihniyeti herkese bulaştı. Sürekli genetiği değiştirilmiş gıdalardan şikayet ediyor ve bunların zaman içinde hem ekonomik hem sağlık açısından büyük riskler doğuracağını ifade ediyoruz. Ama bana göre asıl önemli tehlike, genetiği değiştirilmiş bir toplum olmaya zorlanıyoruz. Her geçen gün, bizi biz eden değerlerden uzaklaşmak, bizleri mutsuz, sağlıksız, amaçsız ve birbirine kolayca düşman haline gelebilecek bir topluma dönüştürüyor.