Yağmurun başladığını duyunca, radyoyu kapatıp pencereyi açtım. Öylece oturup otoparkın üzerindeki çinko çatıya çarpan yağmur tanelerinin sesini dinledim. 'Beni bu güzel havalar mahvetti' diyen Orhan Veli'yi düşündüm sonra.
Onu mahveden havalar da bu havalara benzer olsa gerek. Kim bilir belki o bir ilkbahar sabahında yazdı bu satırları belki de sonbaharda, ne fark eder. Hep bu havalar değil mi 'şiir yazma hastalığımızı nüksettiren!' 
Hem bu havalar yalnız şiir yazma hastalığını nüksettirmiyor, aynı zamanda alıp eskilere de götürüyor insanı.
Hep bu havalarda beton duvarlara bakıp bakıp yağmurun toprağa düşüşünü özlüyor insan, toprağın buğulanışını, sararan yaprakların ağaçların altında birikişini...
Hep bu havalarda, şehrin sular gibi akıp giden saatlarinden sıyrılıp, köy yaşantısının durgun saatlerine ayarlanıyor zaman.
Hep bu havalarda yaşamak sevdası biriktikçe birikiyor içimizde.
Bu havalarda dönüyoruz çocukluğumuza.
Hep bu havalarda, doğalgazlı evlerimizden çıkıp, köşesinde içten içe soba yanan odalar gibi ısınıyor yüreğimiz.
Hep bu havalarda, bir serüvenciye dönüşüyor ruhumuz.
Bu havalarda bambaşka bir şey var; zirvesini duman kaplamış, gırcı tutmuş Aladağlar var. Bacalarından mavi dumanlar yükselen çinko çatılı evler, toprağı yeni yeni delen ekinler var. Motor sesleriyle yankılanan ormanlar, arada bir bulutlar arasından kendini gösteren cılız güneşler var. Hoş bir telaş var avlularda. Kıl tuzak derdine düşmüş çocuklar var. Sırtında odun taşıyan analar var. Sobalı odalar, ağır ağır akan bir derenin şırıltışı var. Yaprak döken çınarlar var. İnsanı şehirden alıp götüren köy otobüsleri var... Bambaşka bir şeyler var bu havalarda, şehirden ve bugünden ayrı...