Bir soru: Özgürlüğün resmini çizebilir misiniz?

Çizdiniz diyelim simgeniz ne olurdu?
Hiç kimsenin artık dillendirmediği bir sözcük oldu özgürlük.
Yaşamımızdan, konuşmalarımızdan silinip giden.
Adalet diyoruz ya hani, gözümüzün önünde yok edilişinden yakınarak; özgürlük ve eşitliğin olmadığı yerde adalet sadece bir kelimedir.
Demokrasi ona keza... O da özgürlük yoksa yoktur.
                 
Bilinen bir öyküyü anımsatacağım: Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkûm olan küçük kızı, annesi her hafta sonu babasını ziyarete götürür. Bu ziyaretlerden birinde babası için çizdiği resmi armağan etmek ister. Ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran hiçbir şey mahkûmlara verilemez olduğu için kuş resmine izin vermezler. Üzülen çocuk bunu babasına anlatır. Baba, üzülmemesini ve yine çizmesini ama bu kez dikkatli olmasını söyler. Küçük kız, bir dahaki ziyaretinde yine resim çizer götürür. Bu kez bir ağaç ve üzerinde minik siyah benekler vardır. Baba resme bakar, beğenir ve "Benekler ne?" diye sorar. Çocuk, eliyle sus işareti yapar ve "onlar ağacın yaprakları arasına gizlenen kuşların gözleri" diye fısıldar.
                
Ona yaşamımızda ne kadar yer açabilirsek o kadar var edebiliriz özgürlüğü. Engellere karşın asla vazgeçmeyerek.
                 
Siyaset Bilimi ve Anayasa derslerinde insan hakları konusunu işlerken, söz ettiğim bir başka resmi bu satırları okuyan öğrencilerim varsa, gülümseyerek anımsayacaklardır. Özgürlüğün sınırı konusunu bir çocuğun çiziminden söz ederek anlatırdım. Akıllarında kalsın diye. Denizin ortasına bir tahterevalli çizer çocuk. Suya yakın duran kenarına kafesin içinde bir kuş, diğer kenarında özgür bir kuş çizer. Özgür kuş uçacak ama o uçarsa, kafesteki kuş denizin dibine boylayacak. Özgürlüğün var demenin yeterli olmadığı, kullanılabilir olması gerektiği bundan iyi anlatılamaz. Hak ve özgürlükler var demek yeterli değil; kullanılabilirliği, yaşamımızda varlıklarını soluyabilmemiz önemli.
                
Türkiye AKP öncesinde, özgürlüklerin alanını genişletmeyi, anayasa ve yasalarda yer alan hak ve özgürlüklerin kullanılabilir hale getirilmesini konuşuyordu. Şimdi sandık başına giderken, sandık güvencesinden söz ediyoruz. Kendi güvenliğimiz ve güvencelerimiz için sandıktan özgür irademizi çıkarmamız, sandığı güvence altına almamıza bağlı. Biz demokrasiyi yazar, çizer, konuşurken; sandıkların bile güvencede olmadığı inancını yerleştiren bir yönetim anlayışı sandıkla yerleşti Türkiye'ye... Nereden nereye?!..
                 
Özgürlük kavramının yerini, bertaraf olmamak için taraf olmak, rahat olmak için itaat etmek çağrıları aldı. Biat kültürüne tutunarak yer bulanların sayısı arttıkça, biat eden ve ediyormuş görünenler özgürlük alanlarını boşaltırken, buna direnerek özgür kalmayı seçenlerin de özgürlüklerinin tehdidi oldular.
                
Sandık öncesinde çoğaltılan çağrılar, sandıkların güvenli olmadığı telkinleri, uyarılar, bunların hiçbiri hukuk devletinde olmaz. Hukuku gönderip, fiili olana teslim edince ülkeyi; anomali hali, normalimiz olup çıktı. Fiili yönetimin, sandık kurulmadan çıkarılan yasaları ile çok geniş yetkilerle donatılan tek kişi iktidarını oylayacağının farkında olanların sayısı kadar umudumuz var. Bir kişiye verilen yetkiler kadar kendi özgürlüğünden vazgeçmiş olacak, tek kişi iktidarına oy veren herkes. Ve sadece kendisinin değil, tekçi yönetim iktidara konuşlanınca herkesin... Üzerine şimdiden şaibe yapışmış sandıklarla oylayacağız kaderimizi!...
               
Dikkatimi çeken bir reklamda, hepimizi sandık başına çağıranlar, sandık peşine düşmemizi istiyordu. Güvenmediğimiz bir yönetime devleti idare etmek üzere teslim etmişiz. Kendi güvenilir olmayan bizler için nasıl güvence olabilir? Önceleri sadece başına gittiğimizin şimdi peşine düşmemiz gerekiyor. Sadece oy vermeyeceğiz, oyumuzun başına ne geldiğinin peşine düşeceğiz. Hala demokrasi varmış gibi davrananlara bakınca?...Ne demokrasi ama!...
               
Demokrasiyi parti sayısına ve bu partilerin temsilcilerini Meclis'e gönderebilmeye indirgemiş bir toplumun itildiği yerde memur edildiği yere bakınca, demokrasi adına biriktirdiklerimizden elimizde kalanlar bu diye düşündüm.
              
Yurttaş olma bilincini hala yitirmemiş bireylerin en azından sandıkta toplanan iradelerine sahip çıkma savaşımını verdikleri yer, otokrasinin gücünün sınırı olacak mı?!..
             
Türkiye, AKP ile unutulan/unutturulan hak, özgürlük, yurttaş, birey, bilinç, özgür irade gibi kavramları yeniden üretebilmek ve tüm yurttaşlar için kullanılabilir hak ve özgürlükleri eşitlik içinde var edebilmek için, biat kültürüne itirazını ortaya koymakta yeterince gecikti.  Başına çağırılıp peşine düşmemiz için çağrıldığımız sandık marifeti ile üstelik.
             
Şimdi hepimizin elinde tek bir oy var. Ya otoriteye boyun eğmeyi seçenlerin tercihinin bedeli ya da özgürlük diyenlerin açacakları yolda ilerlemeyi çıkaracağız sandıktan. "Sandıklar rahat bırakılacak mı?" sorusu herkesin dilinde. Sizin bu soruya yanıtınızı bilemem... CHP Genel Başkanı'na televizyon söyleşisinde, önceki sandık süreçlerinde yaşanan trafo arızaları sorulduğunda, elektrikler kesilirse, sandıkların üzerine oturun, gelinceye kadar kalkmayın dedi!.. İlk bakışta komik ama aslında trajik gerçeğimiz bu!..
             
Öncesi bile hayli şaibeli olan sandığa kendi adıma özgürlük için gideceğim. Çıkarabilmeye gücüm/gücümüz yeter mi? Özgürlük için mücadele insanlık tarihi boyunca hep vardı ve insanlık var olduğu sürece devam edecek.
            
Anahtar kelime, vazgeçmemek!...
Özgürlüğün resmini belki hepimiz çizemeyiz ama peşine düşebiliriz.
Gücü elinde bulunduranlara tarih en iyi öğretidir: Hiçbir güç sınırsız ve sonsuz değildir!..
Hele Atatürkçü Cumhuriyet sayesinde öyle ya da böyle demokrasi ile tanışmış; özgürlüğü yudumlamış, yurttaş olma bilinç ve ayrıcalığını yaşamış olan bir toplumda!...