Türkiye çifte bayramı kutluyor. Her ne kadar bayram denince ilk akla gelen coşku, sevinç, kucaklaşma ve barışma gelse de ülkeyi yöneten siyasetçiler bayramlarda bile gerginlikleri sürdürüyorlar. Kendi tabanlarındaki kendilerine körü körüne oy verecek taraftarlarına şirin görünebilmek adına milyonlarca ortada duran; seçimlerini politikacıların tutumlarına göre değiştirebilen seçmenlerin beklentilerini yok sayıyorlar.
    *                  *                              *
NTV Tarih Dergisi Ekim sayısında Cumhuriyet'in 89. yıl dönümü ile ilgili yazısında 'Herşeye muhalif olabilirsiniz... 29 Ekim hariç!' başlığıyla sunduğu yazısında cumhuriyet öncesi ve sonrası Ankara'ya muhalif kişi ve partilerin 29 Ekim kutlamalarından eksik olmadıkları saptamasıyla şunun altını çiziyor: Bu tarih artık milletin ortak kuruluş koordinatı olmuştu. Bu sebeple ister hükümet yanlısı ister muhalif olsun hatta Osmanlı eski sadrazamları dahi bu kutlamaların coşkusunun bir parçası oluyorlardı.
Çocukken bir İzmirli olarak; işgal karşısında ilk kurşunu atan Hasan Tahsin'in hikayesinden hep etkilenmişimdir. Birçok zamanda kendimi sorgulamışımdır. Eğer benzer bir işgal olsa ben de aynı cesareti gösterebilir miyim diye? Bugün silahlı bir işgal söz konusu değil. Ama Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının kısıtlanmasını; Atatürk anıtlarına çiçek konmasının yasaklanmasını; Türk Bayrağından korkulmasını anlayamıyor ve içime sindiremiyorum. Bugün düşünce sistemleri ile cumhuriyetin değerlerine saldırı söz konusu. Düşünce sistemleri çerçevesinde bir şeyler yapma görevi sadece Hasan Tahsin'lere değil hepimize düşen bir görev olmalı.
 * *  * *
Köşe yazılarımı takip edenler bazen sinema filmleri ile güncel olayları eşleştirdiğimi bilirler. Geçen Pazar günü Eyüp Stadı'nda yaşanılan barbarlık bana Frank Miller'in grafik romanından uyarlanan "300 Spartalı" isimli filmi anımsattı. MÖ 480 yılında geçen Thermopylae savaşını konu alan film Sparta Kralı Leonidas ve emrindeki 300 Spartalının Pers Kralı Xerxes'in büyük ordusuna karşı duruşunu anlatır. Eyüp Stadından bize aktarılanlar da 25 kişilik Altay kafilesinin 150-200 kişiden oluşan saldırgan bir gruba karşı canlarını kurtarmaya gayret ettiklerini söylüyor. Hatta kulübün başkanı (bir nevi filmdeki kral olarak düşünebiliriz) yanındaki dört kişiyi koruyabilmek adına kavgaya bizzat karışıp kendisine fiziksel saldırılara rağmen o kişilerle mücadele edip oradan kafileyi sağ salim uzaklaştırmayı başarmış.
Filmle bugünkü gerçek arasında benzerlik bununla da sınırlı değil. Film, İran tarafından İran karşıtı propaganda olarak nitelendirilmişti. Filmin "Yunanları asil ve kahraman, Persleri ise kaba ve vahşi olarak gösterdiğini iddia etmişti.  Birçok tarihçi filmi tarihi gerçekleri çarpıtması nedeniyle eleştirmiştir. PFDK mantığa aykırı olarak saldırganları Altaylı oyuncular olarak belirlemiş ve takımın önemli iki oyuncusuna 13 maç ceza verirken; rakip takımdan sadece yardımcı teknik sorumluya tek maç ceza vermiştir. Saldırıyı gerçekleştiren 150-200 kişilik grup ise cezadan muaf tutulmuştur. İyi bir yönetmene bu senaryo verilirse bizim de ödüllü bir filmimiz olabilir belki de! Düşünsenize 25 kişilik bir deplasman kafilesi kendisine saldıran 150 kişiye çekiçlerle direniyor ve yüzü gözü yaralı insanlar suçlu duruma düşüyor.
Bu filmin, gerçek anlamda bu tarihi savaşın önemli bir sonucu olmuştur. Sparta Kralı'nın ordusu ile Pers ordusu arasında başlayan savaş tüm Yunanistan'ın Persler'e karşı birlik olmasını sağlamıştır. Bugün Altay camiasına son 15 yıldaki saldırıların devamı gerçekleşmektedir. Cem Uzan, Diyarbakır, Sakarya, İstanbul, Giresun olayları koca bir camiayı erime noktasına getirmiştir. Artık bizim de yapmamız gereken birlik olmaktır. Altay'a hizmet etmiş, Altay'a gönül vermiş herkesin, hatta eski federasyon başkanı, milli takımlar sorumluları, eski kulüp başkanları dahil herkes bir araya gelip bundan sonra Altay'a yapılacak saldırılara sessiz kalınmayacağını haykırmalıyız.