O gece oraya gitmeden önce aynaya baktığında bir Fransız düşünür Blaise Pascal, Kleopatra’nın burnu daha kısa olsaydı dünyanın çehresi değişirdi demesine benzer bir şekilde o da "Biraz daha çekici ve güzel bir kadın olsaydım keşke"  diye geçirdi içinden  ve ekledi  "İşte o zaman aradığım aşkı bulabilirdim." Bir kadının kendini güzel bulmaması dayanılacak bir şey değildir, ama ne pahasına olursa olsun güzel olduğunu hissetmesi ise kötümserlik ile gerçekçilik arasındaki o ince çizgide belirlenir. Ancak arzulanan ilahi bir aşk da olsa böyle bir şeye sahip olmanın bir kadının güzelliğine endekslenmesi hiç de adil gözükmüyor ancak kabul etmekte zorlansak da aramızdaki ilk anlaşmanın güzellik üzerinde uzlaşmakla başlamasını doğanın bir dengesi olarak düşünmek belki bizi biraz sakinleştirebilir.

Bir kadının cümleye keşke öyle olsaydım diye başlaması pişmanlık dolu bir hayatın kıskacında olan biri için ciddi bir travmadır .Ama o geceye gitmeden önce kendisi ile hesaplaşması sadece bununla sınırlı kalmadı, ailesini ve geçmişini düşündü. Ne anlama geldiğini kendisinin bile bilmediği  ama halkın “kendi halinde” dediği türden iddiasız insanlarla dolu çevresini düşündükçe bulunduğu ortama işte ben buradayım edası ile bir kraliçe gibi girmesi düşünülemezdi bile ama ne pahasına olursa olsun kasabanın “kendi halinde şirin kızı” olmayacak kadar ihtiraslı bir hali vardı ve işte bu yüzden kendisine talip olan diğer “kendi halinde” erkeklere karşı en romantik anları mahvedecek esprileri yaparak karşısındaki saf ve umut dolu gençlerin tüm hayallerini yıkmayı her zaman başarıyordu.

Çünkü küçük kasabalarda özellikle genç erkekler halkın “ev kadını” diyerek etiketledikleri bu çaresiz kızların ev yaşamına ve kocasına herhangi bir koşul olmadan sadakat gösterecek kadar erdemli oldukları varsayımı ile yetiştirilirler. Ancak onun bu düşünceye karşı eleştirel yaklaşımı aile ve akrabalar arasında asilik olarak nitelendirilmesi bir yana ailesini de  "Bu kız galiba başımıza kalacak" türden bir belirsizliğin döngüsünde huzursuzluğa sevkediyordu.

Bu yaklaşımda olan insanlar için kızının bir söylentiye karışmadan bir kocası olması kızının mutlu olmasından daha önemlidir. Bu noktada olan bir ailenin en büyük derdi şimdi kontrol edilebilir ve sorumluluk alabilecek biraz safça biraz da kusurları olan ama iddialı ve gelecek vadeden bir erkeği bu fikre ikna etmekten geçer ve genellikle böyle biri çıkar.
Ekonomik ve sosyal yönden zayıf insanların çocuklarına bıraktığı en büyük miras ne yazık ki onların hadlerini bilerek yaşamaları ve kendilerini hiçbir zaman erişemeyecekleri hayaller kurmamaları yönünde olur ancak bu varsayım neresinden bakarsanız çok dramatik bir koşullanmaya yol açtığı gibi hayatları boyunca kurtulamayacakları bir önyargının esiri olmalarına da yol açar ve böylece hiç de ilham verici olmayan bu ortamlar onların  hak etmedikleri bir hayata mahkum olmaları ile sonuçlanır. Böyle bir kadın aslında aşkın hüküm sürmediği topraklarda lanetlenmiş bir sevgili gibi yalnız başına hüznünü yaşarken o saf ve iddialı kocanın da mutlu olma şansını elinden alır ancak görkemli bir aşka sahip olabilecek kadar şanslı ve zeki bir başka kadının duruşu ise her zaman göz alıcı olacaktır. Bu hak edilmiş bir aşk mıdır, bunu kestirmek zordur ama kolay vazgeçmeyen asi ve zeki insanların sizin bilmediğiniz başka planları da vardır.
Birazdan başlayacak zoraki bir dans gösterisinde kasabanın ağzı laf yapan ve okuduğu kitaplardan ezberlediği paragrafları o güne kadar her kıza sıralayarak onları etkilediğini düşünen genç adam az önce aynaya bakarak zaten kendini bir hiç olarak düşünen bu kadını etkilemekte fazla zorlanmayacaktır.