Yıllardır o denli kaos dolu süreçler yaşıyoruz ki, günlük konuşmalarımız arasında 'umut' neredeyse baş sözcük oldu ama sözcüğü 'umutsuzluk' biçiminde ele alıyor; yakınmalar, kahırlanmalarla ömürlerimizi törpülüyoruz. Söz konusu bu süreçte mum ışıklarının verdiği aydınlanmalar yine umutlu olmayı aniden beraberinde getiriyor, çorak geçen günlerimiz en ufak yağmur ıslanmalarında bir anda yeşilleniveriyor. Buradaki mum ışığı aydınlatmalarımızın odağında olan elbet insan; güzel insanlar, iyi insanlar. Bu insanları yazı konusu yapıyor olmak ise benim mutluluğum.

İşte onlardan birisi Belkıs.
Salt adıyla seslendiğim Belkıs benim kırk yıllık arkadaşım. İyi insanlardan, güzel insanlardan, örnek insanlardan birisi.
Neden mi iyi, güzel, örnek sıfatlarını hak ediyor, aktarayım:
Öncelikle yaşamında bencillik, içedönüklük yok. Paylaşmacı, özverili, kalender. Sonrası nasıl? Sonrası şöyle:
Belkıs, Belkıs Aktan Güneş; merhum Y. Mimar-Mühendis Mehmet Aktan ile merhume Edibe Aktan'ın üçüncü çocukları. Kendisinden önce dünyaya merhaba demiş iki ağabeyi var. Belkıs'ın doğum yeri Gaziantep. Ailenin taşınması sonucu Belkıs ilk, orta ve yüksek öğrenimini Ankara'da görüyor. Tanışıklığımız kırk yıl, dedim ama henüz bu yıllarda Belkıs'ı tanımıyorum. Bu elbet benim açımdan önemli kayıp!
Belkıs'ı, 1977'den başlayarak, Ankara'da, Basın Yayın Genel Müdürlüğü Dış Haberler Md.lüğü'nde memur olarak görüyoruz. Bu yıl tanıyorum Belkıs'ı. Cana yakın, şakacı kimliğiyle hemen bizleri sarıp sarmalıyor. Süngümüzün düştüğü anlarda onun gülümseyen yüzü en büyük desteğimiz oluyor. Güzel sözleriyle biz dostlarını gönendiriyor. Arkadaşımız mı, annemiz mi çoğu kez ayırt edemiyoruz. Çevresindeki geniş dostları olarak ortak tümcemiz şu: "İyi ki varsın Belkıs!"
Belkıs, Basın Yayın'dan sonra üniversiteye geçiyor ve İngilizce öğretim görevlisi olarak çalışıyor.
Sonra evleniyor. Sonra oğlu Alp'i dünyaya getiriyor, o kırmızı elma yanaklı, kızıl sarı karışımı oğlan çocuğunu... Alp iki yaşındayken, TBMM'de memur olarak çalışan eşi Ümit'i yitiriyor. Beklemediğimiz bu yitim karşısında darmadağın oluyoruz ama Belkıs her zamanki gibi ayakta. Çünkü Alp büyüyor, çünkü yaşam sürüyor. Ümit'i sevgiyle anımsıyoruz.
Ardından gelen emeklilik. Yeni bir yaşam.
Belkıs'ın, Gaziantep'de, babadan kalma fıstık bahçesi var. Geliri fena değil.
Belkıs, emekli ikramiyesini, Gaziantep'ten gelen fıstık parasını denkliyor; Ankara'nın göbeğinde, Yenişehir'de, Mithatpaşa Cd.de karşılıklı iki daire satın alıyor. Dairelerden birini hemen kiraya veriyor? Diğerini?
Anadolu'nun pek çok yerinden pek çok gencimiz üniversite eğitimi için Ankara'ya geliyor. Bunların içlerinde yoksul aile çocukları elbet çoğunlukta. Diğer daire bu çocukların yuvası olmalı. Bu, Belkıs'ın uzun yıllardır ülküsü, onların elinden tutacak. Dairenin kapısına bir levha asıyor. O levhada şöyle yazıyor: "Yaşantı Paylaşım Merkezi".  Daire mutfağından kütüphanesine, ufak bir gösteri salonundan bilgisayar odasına dayanıp döşeniyor. Üç odalı, bir salonlu sıcacık eğitim yuvası böyle oluşuyor.
Belkıs'ın, özellikle Basın Yayın Gn. Md.lüğü'ndeki çalışma sürecinden gelen sağlam bir dost birikimi var. Gazeteci, eğitimci, sanatçı. Yoksul, yoksun ama çağdaş birer birey olarak yetişmeye istekli Anadolulu çocukların ellerinden tutabilir artık.
Bu aktardıklarımın başlangıcı bundan 20 yıl öncesine dayanıyor.
Şimdi bu Yaşantı Paylaşım Merkezi aynı adreste vakfa dönüşmüş durumda. Belkıs'ın oğlu Alp bu arada ODTÜ'yü bitirdi, koca delikanlı oldu. Alp ile birlikte kaç Anadolu çocuğu Yaşantı Paylaşım Merkezi (YPM)'nde büyüyüp, gelişti, sıcak çorba içti, geleceğe umutla baktı, okulunu bitirdi, meslek sahibi oldu. Çocuklardan meslek sahibi olanlarının bir bölümü evlendi, çoluk çocuğa karıştı. Kızı olanlar mı? bebelerinin adlarını Belkıs koydular, ne güzel...
Yüksek öğrenim görmek amacıyla Ankara'ya gelen öğrencilere maddi destek öyle büyük miktarlar asla değil. Belkıs, hedefini bir defasında şöyle açıklamıştı:
"Hedefimiz, geleceğin tutarlı, özgüvenli, kimlik açısından iyi niteliklere sahip bireylerini yetiştirmek."

Dünün YPM'i, bugün vakfı, kurulduğundan bu yana şu işlerin üstesinden geldi:
-Gönüllü Torun Projesi. (Çoğunlukla evinde tek başına yaşamak zorunda kalan yaşlıların günlük çarşı pazar eczane işlerini görmeye yönelik bir proje Gönüllü Torun Projesi. Özü, görülen hizmet karşılığı her hangi bir ücret almadan salt otobüs bileti karşılığı yardım duygusunu yaşatmaya dayanıyor.)
-Üniversiteye hazırlanacaklar için üniversiteli ağabeylerin verdikleri hazırlık kursları,
-Zihinsel engelliler için bilgisayar kursu,
-İngilizce destek proğramı,
-Türkçe destek proğramı,
-Kütüphane düzenleme çalışmaları,
-Görsel ve plastik sanatları tanıma,
-Zihinsel engellileri üniversiteli gençler aracılığıyla gençlerle kaynaştırma,
-Elişi çalışmaları, kermes düzenleme,     
-Edebiyatçıdan müzisyene sanatçılarla söyleşiler (Hemen akla gelen birkaç ad Piyanist Gülsin Onay, Yazarlar Ahmet Özer, Ethem Baran, Şair Hüseyin Atabaş, gazeteciler, Efsane Köy Enstitüleri mezunu eğitimciler...),
-Beyin fırtınası,
-"Kardeşini seç" projesi kapsamında ilköğrenim okulu öğrencişleri ile mektup arkadaşlığı,
-Ana Kucağı Down Sendromlu Çocukları Koruma Derneği ile ortak çalışmalar.
Bir defasında YPM'de, ben de fotoğraf üzerine söyleşi yaptım. İlgi hayli iyiydi. Günlerden cumaydı. Gelenek olduğu üzere o akşam yine birlikte Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın haftalık konserine gidilecekti. Belkıs'ın arkadaşı olduğumu bilen öğrencilerden biri yanıma geldi:
-Ağabey, sizden bir ricam var...
-Söyle bakalım.
-Bizim bu akşam konsere gitmememiz için araya girip Belkıs Hanımı ikna etseniz...
-Anladım, dedim, siz Belkıs'ın sopasını hiç görmemişsiniz! Hadi bakalım konsere, marş marş!