Mehmet Nusret, adının nasıl konduğunu şöyle anlatıyor:
"Yıl 1915, Çanakkale Savaşının en kızgın, en civcivli zamanı. Nusret, "yardım, Tanrı yardımı, başarı, üstünlük" anlamına geliyor. Tanrı yardım etsin de Çanakkale Savaşını kazanalım diye, böyle bir dilekle adımı Nusret koyuyorlar. Mehmet de dedemin adı. Ben Mehmet Nusret..."
Sonradan edebiyatımızda büyük ün sahibi olacak, yayımlanmış kitapları üst üste konduğunda kısa boyunu aşan Mehmet Nusret, yaşamının siyasi çalkanmalardan çoğu kez pay aldığı dönemlerinden birinde yine tutuklanmıştır. Suçu her zamanki gibi düşünmek, düşündüğünü söylemek ve yazmaktır. Tutuklandığında götürüldüğü kent bu kez Bursa'dır. Bursa'ya girişini şöyle anlatıyor:
"Şehire girişim, pek anlı şanlı oldu. Otobüs tam asfaltın alt başında durdu. Ellerim kelepçeli olduğu için, en son ben indim otobüsten... Bütün eşyam, eski bir battaniyenin içindeydi. Allah razı olsun candarmalardan, biri çıkınımı sırtıma vurmama yardım etti. Kelepçe bileklerimden geçtiği için, parmaklarımla çıkınımı tutabiliyordum. İki candarma, tüfeklerini omuzlarına astılar, biri sağıma geçti, biri soluma...

O zamana dek Bursa'yı hiç görmemiştim. Asfalttan şöyle kırk elli adım gittik gitmedik, bir de baktım, her bir yan donanma... Yol üstündeki dükkanlara, yapılara bayraklar asılmış, pencerelerden kağıt fenerler, karpuz fenerler sarkmış, renkli krepon kağıtlardan süsler asılmış. Şehir allanmış pullanmış. Okul çocukları kalabalık. Sonradan Halkevi olduğunu öğrendiğim büyük yapıya doğru yaklaştıkça, kalabalık büsbütün artıyor. İki candarmadan daha insaflı olduğunu tahmin ettiğime,
-Hemşerim- dedim-, kurban olayım, şu asfaltın ortasından gitmeyelim. Elbet bunun bir tenha yolu, yan sokağı vardır.
İki candarmadan insaflı olanı,
-Yörüüüü!...- diye sırtımdaki çıkını kakarak beni iteledi.
Atatürk heykelinin olduğu alanın dört bir yanına hoparlörler koymuşlar, havada gümbür gümbür "Onuncu yıl marşı" ötüyor:
"On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan!"
Bu kez öbür candarmaya döndüm:
-Hemşerim, ellerim kelepçeli, sırtım yüklü. Sizin de tüfekleriniz dolu. Maşallah siz attığınızı vurursunuz. Cebrail olup uçsam, elinizden kurtulamam. Gözünü seveyim, şu kalabalıktan çıkayım."
Anlatının bundan sonrasında Mehmet Nusret'in; kalabalığın, bando mızıkanın niçin çaldığını bir türlü akıl sır erdiremediğini öğreniriz. "Bursalılar beni karşılamaya çıkmadılar ya.." diye söylenir.
Önde bando çalarken hemen arkada okullar, sporcular, esnaf birlikleri geçmektedir. Kolları arkadan kelepçeli Mehmet Nusret de iki yanındaki candarmalarla hemen onların arkasında, caddenin ortasında yürümektedir. Mehmet Nusret ile iki candarmanın yer aldığı kortej tam Halkevi'nin önüne geldiğinde alkış tufanı kopar. Yoğun alkışın verdiği heyecanla Mehmet Nusret ile iki candarma da uygun adımla asfaltı boydan boya geçer.  Mehmet Nusret, uygun adım yürüyeceğim derken, kalçadan adım çıkarmaktan dolayı hayli yorulmuştur.

Kalabalığın izlediği törenin nedenini sonradan öğrenir Mehmet Nusret. Halkevleri'nin kuruluşunun bilmem kaçıncı yıldönümü törenidir bu içine düştükleri tören ve caddenin karşılıklı kaldırımına yığılmış Bursalılar elleri kelepçeli Mehmet Nusret ile iki candarmayı da tanımayıp törenin parçası olarak algıladıklarından "yaşa, var ol, nur ol!" diye alkışa boğmuşlardır.

Kahramanımız Mehmet Nusret, 1934 yılında Soyadı Yasası çıktığında, böbürlenecek soyadlar kapış kapış gidince, yani cimriler "eliaçık"ı, korkaklar "yürekli"yi,  tembeller "çalışkan"ı soyadı olarak nüfuslarına yazdırınca; herkes "Nesin?" diye çağırdıkça ne olduğunu düşünüp kendine gelsin diye, "Nesin" soyadını alır ve biz Mehmet Nusret'i böylelikle Aziz Nesin olarak tanırız.

Bugün günlerden 2 Temmuz Pazar. Bundan tam 24 yıl önce, 1993'te Aziz Nesin ve aydınlar, gençler, Sivas'ta, karşıdevrimci yobazlarca "şeriat isteriz" bağırışlarıyla yakılmak istendiler ve yakıldılar. Aziz Usta bu yobaz saldırısından kurtuldu ancak acısıyla pek fazla yaşayamadı ve "Ömrüne Sığmayan Adam", yine bir temmuz ayında, 6 Temmuz 1995 tarihinde Çeşme'de yaşama gözlerini yumdu.
Anısı önünde saygıyla...