Bu pazar; bir çorba tarifi ile yazıma başlayacağım. Malzemelerimiz; 125 gr. dana beyni;1soğan; 1/4 demet maydanoz ; 50 gr. Tereyağı; Tuz; Karabiber; 1yumurta sarısı, 1 dilim bayat ekmek ve 1 litre et suyu. Beyni akar su altında yıkarken, zarlarını temizleyin. Beyni ekmek tahtasının üzerine koyup, çok ince olarak kıyın. Soğanları soyun, küçük parçalar halinde doğrayın. Maydanozu yıkayın ve fazla suyunu alın. İnce ince kıyın. 20 gram tereyağını bir tavada eritin. Soğanları içine atın, 5 dakika hafif kahverengi bir renk alana kadar kızartın. Beyni tavaya ilave edin. Tuz ve karabiber ile tadlandırın. Devamlı karıştırmak suretiyle, beyni yağ ile birlikte 3 dakika pişirin. Tavayı ateşten indirin. Küçük bir tasın içine yumurta sarılarını kırın. Çok ince olarak kıydığınız maydanozu yumurta sarılarına ilave edin. Ekmek dilimlerinin üzerine beyinli karışımdan sürün. Kalan tereyağını tavada kızdırın. Üzerine beyin sürülmüş ekmekleri, bu yağda 10 dakika kızartın. (Beyin sürülen kısım üste gelecektir.) Ekmekleri tavadan çıkardıktan sonra, yağını süzün. Ekmekleri servis yapmadan önce üzerine kaynar et suyu dökün.

Son olarak Cumhuriyet Gazetesine yapılan baskın ve gözaltılarla basına verilen göz dağları neticesinde 'Aybars, mesajı almış ve doğru yolu bulmuş' gibi bir düşünceniz varsa yanılıyorsunuz. Bu çorba tarifini yapmamın sebebi ülkenin son yıllardaki kafa karışıklığı ve ikirciklerle adeta bir çorbaya döndürülmesidir. Ama bu çorbanın en büyük eksiği, ortak bir akıl, üst akıl olabilecek bir beyin.
15 Temmuz Darbe girişimi sonrası ülkemizde en çok dillendirilen kelime 'Demokrasi' oldu. Öyle ki demokrasi mitinglerine eline şeriatı temsil eden yeşil bayraklarla gidenler, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisine; cumhuriyete sahip çıkmak için elinde Osmanlı bayrağı ile gidenler ne kadar büyük bir çelişki oluşturduklarının farkında değillerdi. 'Milli İrade' zaferi herkesin ortak söylemiydi, ama içeriğine çok şey katılabiliyordu.

Yıllar önce Aysun Kayacı bir çobanla profesörün oyu bir olur mu diye bir soru ortaya attığında çokça yerden yere vurulmuştu. Aslında Aysun Kayacı; Avrupa'nın da 40-50 yıl sonar yüzleşmek zorunda kalacağı ve belki de onun önerisine benzer soruların doğacağı bir tespiti dile getiriyordu. Tarihe not koymak adına iddia ediyorum ki, Viyana, Berlin, Paris gibi büyük Avrupa kentlerinde nüfus çoğunluğu Müslümanlara geçeceği belli olan 40-50 yıl sonra Avrupalılar da bu seçme sistemi ile ilgili yeni arayışlar ve kavramlar aramaya başlayacaklar. Belki de yepyeni seçim sistemleri yeni demokrasi adı altında dünya siyasi tarihinde yerini alacaktır.

Türkiye'de durum biraz tersine işliyor. 1 çobanla 1 profesörün oyu bir olur mu diye düşünürken, hafta içerisindeki KHK ile 1 profesörün oyunun 1 çobanın oyu etmediğini görmüş olduk. Herhangi bir konuda 'milli irade' kavramı kullanılarak her türlü kanun, etik ve akıl dışı uygulamalar gerçekleşebiliyorken; üniversitelerdeki profesörlerin kendi rektör adaylarını belirleme hakkı bile ellerinden alındı.

Biz bunları yazarken, bir önceki seçimlerde yüzde 13 oy almış bir partinin genel başkan ve milletvekilleri göz altına alınıyordu. Bu partinin hiçbir zaman düşüncelerine katılmış olmasam da Voltaire'nin dediği gibi 'Düşüncelerinize katılmasam da düşüncelerinizi ifade edebilme hakkınız için ölümüne savunurum'. Biz bunları ifade ederken, demokratlığından, insanlığından, adamlığından şüphe duymadığımız bir dostumuz bu söz çok doğru bir söz ama bugün için geçerli değil diyorsa gerçekten ülkede herşey 'çorba' haline gelmiştir. Bu çorbanın eksiği için de yukarıdaki tarifimi mazur görmüş olun.