Devletin gücünü silgi gibi kullanıp, sorumluluktan, sorgulanmaktan sıyrılıp ve nihayet yine devlet gücü ile sorgulanamayacak bir gölgeye Çankaya'ya tırmanıp, millet iradesini üstün kılıyor gibi, millete dayanarak zırhlanmayı düşünen o bir tek kişinin her gün avazı çıktığı kadar konuşma özgürlüğüne kendi verdiği isim 'ileri demokrasi'. Bu demokrasi (!) nalıncı keseri gibi, sadece kendisine özgürlük tanıyor. 'Hem Türkiye arkamda, tüm Türkiye'yi kucaklıyorum' diyor, hem de her gün kendisini ve (dolayısı ile kendisi gibi olanları) mağdur eden birilerine çatıyor, onlarla alay eden bir üslupla, bazen tahkir edici, toplumu tahrik edici sözlerle kendi başına sahne aldığı bir oyunda sürekli başrolü oynuyor. Her gün TV'lerde izlediğimiz ve bıkkıntı veren bir arkası yarın dizisi gibi... Ancak bunun saati, zamanı yok. Her an TV'leri açtığınızda o öfkeli, kızgın, alaycı, kendisinin ne kadar güçlü olduğunu, onun karşısında kimsenin rakip olamayacağını anlatan aşağılayıcı bir üslupla karşılaşıyorsunuz. Elbette kanal değiştiriyorum bu bağırtılı ses ve şiddet yansıtan üslup, kızgın ifadeyi görmemek için. Ancak hangi kanalı açsam karşımda. Bana Hitler dönemi Almanya'sını çağrıştırıyor... 

Bıktım bu üsluptan; aklına gelen her şeyi söyleme özgürlüğünü sonuna kadar kullanıp, kendisini eleştirenlere karşı elindeki devlet olanakları ile kalkan oluşturan bu yüzü yaşamımın on yılından fazla görmekten bıktım... Alışveriş yaparken yine bu yüzü TV'de görünce genç tezgahtara, 'Beni burada da buldu... Ben bu yüzü görmek istemiyorum' dediğimde, genç delikanlı, 'Biz bıkmadık mı? Ben sanki doğdum doğalı hep bu yüz var yaşamımda... Ben öncekileri bilmiyorum... Ve hep bu yüzle yaşlanmak istemiyorum' dedi. Neden daha önce böyle düşünmediğime hayret ettim. Evet bugün yirmili yaş ve altında olanlar hep bu beyin yıkama sürecinden geçtiler. Algıları yönetilerek başka seçenekleri olmadığı anlatıldı sürekli ama onlar da, bizler gibi kıyaslama olanağı olmayanlar da bıkmış durumda.... Tezgahtar gencin söylediklerini yazamam. Ancak halk arasında dolaşırken duyduğunuz fısıldaşmalardan çıkarabilirsiniz. Milleti devletten daha üstün gördüklerini açıklayanların güya yücelttikleri millet, devlet olanakları ile belleklerinden kazınmaya çalışılan yolsuzluklar ve şaibeler ile yargısını çoktan vermiş ve silinemeyecek şekilde belleğine kazınmış...

Havaalanından bindiğin taksinin şoförünün anlattıkları ile birleştirince millet diye gaza getirilmediğimizi ancak gaza geliyormuşuz gibi bir algının yaratılabildiğini daha iyi kavramış oldum. Meydanlarda toplaşan kalabalıklar hakkında şehir efsanesi olarak dinlediklerimizi bir görgü tanığından ilk dinleyişim değildi elbet, ancak orta yaşı geçkin şoförün burada yazamayacağım sözleri ile genç tezgahtar arasındaki benzerlik ilgi çekiciydi. Şoför bey, mahallelerindeki dolmuşların mitinglere ücretsiz taşımacılık yaparken tanık olduklarını nakletti. Miting dönüşü katılanların her birisinin aldıkları paranın aynı olmadığı ortaya çıkınca beleş müşteriler birbirlerine girmişler... Herkesi birbiri ile bir şekilde çatıştıracak bir siyaset tarzı geliştirmiş olmak da bir marifet (!)... Üstelik de bunu birleştiriyorum diyerek yapmak!...

Bıkanlar bıkkıntılarını birbirilerine fısıltı ile değil de yüksek sesle ifade etmedikçe, evimizin içine her gün, her saat girme ayrıcalığını sonuna kadar kullananı hala baş yapmayı sürdüreceğiz. Ben bu kavgacı üsluptan, kızgın yüz ifadesinden, gerilim siyasetinden, sahipleniyor gibi dışlamalardan, bir söylediği ile diğer söylediği birbirini tutmayan konuşmalardan ve o tek kişiyi pazarladıkları için bir yer edinebilenlerin yıkama yağlamalarından bıktım.

Sorular beynimde çığlık çığlık...Toplumda şiddetin artması ile bu sürekli gerilim ortamı arasında bir paralellik yok mu? Son on yılda kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin artması tesadüf mü? Ülke siyasetinin aldığı biçimin bunda hiç rolü yok mu?
Rakipler için sansür uygulayan TV kanallarının, asıl sansürü yüzünü görmekten bıktığımız kişiye uygulaması gerekiyor... Her gün bir açılış... Her gün bir ya da birkaç yerde konuşma. Her gün beyin yıkama. Bellekleri hiç rahat bırakmama. Karşıt görüşlerle sorgulama yapmaya izin vermeme... Ne demokrasi ama!...
Böyle demokrasiyi kim istemez... Koruma zırhı sadece etrafını çeviren yüzlerce etten duvardan ibaret değil... Bir şekilde iktidar olmakla ele geçirilen devlet gücü ve güçsüzleştirerek (yoksullaştırılarak) bağımlılaştırılan güçsüzler ordusunun gücü ile güçlenmek az şey mi? Güçsüzün gücü ile güçlenmek... Ne taktik ama...

Yüzü eskidi, söylemleri eskidi, ancak yazık ki dağıtılmış ve her geçen gün kendi içindeki karşıtlıklar nedeniyle mevzi kaybeden, dağıtılmasına büyük katkı koyduğu muhalefet nedeniyle hala iktidarda... Ve daha büyük bir güç elde etmeye hazırlanıyor. Çankaya kalkanı ile ve 'millet beni seçti' söyleminin zırhı ile artık eleştirilemeyecek bir noktada parti devlet bütünleşmesine gitmek için gün sayıyor. Bir vesile ile her gün evimizin, beynimizin, iş yerimizin içine sızmaya devam edeceğinin sinyallerini de veriyor... Aktif ve taraf olan bir cumhurbaşkanı modeli getiriyor... Anayasa böyle yazmıyormuş ne gam!... Türkiye nasılsa sayesinde artık anayasal bir devlet olmaktan çıktı. Bir tek devlet benim!... demediği kaldı. Onu da Çankaya'ya yerleşip, başkancı sistemi kurunca söyler artık...

İzin verecek miyiz?


'Oraya gitsin hele, indiririz nasılsa' hayalciliğine kapılanlar içinde olmadığıma dair bir dipnot... Çankaya'nın siyasete alet edilmeye başlanmış olması o kurumun da yıpratılarak işlevsizleştirilmesi anlamına geliyor. Atatürk'ün kurduğu rejimin tepe taklak edilmesine seyircilik ediyoruz...
Yazının başlığına söylemek istediğim her şeyi yığmaya çalıştım...
Kafa karıştırdıysam af ola!...
Yolsuzluklar, şaibeler, anayasa ve yasa dışı uygulamaların silinemeyeceğini, devlet gücünün de kullanılabilirliğinin bir sınırı olduğunu ve en önemlisi gerçekten artık Türkiye'de bıkkınlık noktasına gelindiğini, en azından kendi adıma artık bu öfke, nefret, intikam içeren 'davam' diyerek ötekileştirdiklerine sürekli çatan ve hep çatacak, suçlayacak birilerini bulan öfkeli ve bağıran adam yüzünü görmek istemediğimi ilan ediyorum.
Biliyorum ki tüm algı yönetimi ve silme işlemlerine karşın, ülke nüfusunun yarıdan fazlasının her türlü baskıya rağmen ipotek altına alınmayan zihinlerine yerleştirdikleri ve hiçbir zaman silmeyecekleri yargıları var. 
İllüzyon ve halk dalkavukluğu sürecinden çıkılıp, gerçekle yüzleşildiği süreçte bu yargı da su üstüne çıkabilecektir. Hiçbir iktidar kalıcı değildir. Türkiye demokratik kurumların askıya alındığı olağan olmayan ve devleti yeniden yapılandıran bir süreçten geçiyor. (Bu ifade seçim sonrasında yazılacak bir yazı ile açılacaktır... Elimizden tarihe dipnot düşmekten başka bir şey gelmiyor!...)