Bizim güzel İzmir'imizde de örneklerini görebiliriz. Bir merkez kent vardır bir de banliyö olarak tanımladığımız kenar yerleşim yöreleri. Çok değil şöyle böyle belki 100 yıl önce İzmir bir ucundan bir ucuna rahatlıkla yürüyerek gidilebilecek bir kentti. Bakınız o zamanlarda elbette Buca da, Bornova da, Gaziemir de ve Karşıyaka da vardı. Daha ötesinde sayacaklarımız da bulunurdu elbet nasıl olmasındı? Narlıdere, Güzelbahçe, Balçova ve benzerlerini unutmuş olduğumu sanmayın sakın.
Hele İstanbul gibi İzmir'e göre çok hızlı genişlemiş kentlerde bu eski şehirle yeni yerleşim bölgelerinin birbirlerinden nasıl koptuklarını ayırt etmek ne kadar ilginç sonuçlara götürür bizleri. Başlangıç bölümünde yazdıklarımı İstanbul'a uyarlarsak ne söylemek istediklerimi belki daha kolay anlatabilirim. Nedir o? Gene 100 yıl öncesine gidelim ve İstanbul'un sur dışındaki yerleşim noktalarının örneğin Bakırköy'ün İstanbul sayılmadığı dönemleri göz önüne getirelim. Aksaray, Fatih, Vefa, Kocamustafapaşa ve benzeri sur içindeki yerleşimler dışında kalanlar belki de kendilerini İstanbullu bile saymıyorlardı. Çok değil 1958 yılında ilk kez İstanbul'a gittiğimde Beylerbeyi'nde oturanlar için orası bir köy niteliğindeydi.

Galiba bu İstanbul işini fazla uzattım. Ama söylememiz gerekir bizim İzmir için de öyle değil midir? Açın bakın İzmir Belediyesi'nin 1960 tarihli şehir rehberine, ne Balçova'yı ne Bornova'yı ne Buca'yı ne de benzerlerini bulabilirsiniz.
Şehir; özellikle Kemeraltı, Basmane, Alsancak,Tepecik, Eşrefpaşa, Kale ve Ballıkuyu ile sınırlıdır. Bayraklı, Karşıyaka ve öte yanda Güzelyalı'ya kadar olan sahil bölümünü ayrı değerlendirmemiz gerekecektir.

Uzun zaman Kemeraltı'nda bulunduğumdan mıdır nedir? Eski kenti yani İzmir'in göbeğini, oralarda dolaşmayı kentimizin tarihini koklamayı çok severim. Şimdilerde sahipsiz kalmış cumbalı evlere bakarak geçmişte yaşananları kendimce değerlendirmeye çalışırım. Hoş; benim o özenle baktığım eski evlerin çoğunun demir örgülü kapılarında kilitler asılıdır, bir bölümünün pencereleri tuğlalarla örülüdür. Kim bilir olur olmaz kişiler içeri girip sahiplenmesin diyerek böyle bir yola başvurulmuştur. Bu tür birçok evin üzerinde "Dikkat, bu evde yıkılma tehlikesi bulunduğundan yakınında durulmaması" türünden uyarı levhaları asılıdır. Ne hikmettir, o levhalar senelerdir oralarda asılı durur. Bakarsınız günün birinde sebebi anlaşılamayan bir yangın çıkmış ev ortadan kalmıştır. Sonrasında ne mi olur? Ne olacak, enkaz kaldırılır, anıt evimiz arsası ile birlikte otopark mafyasının eline geçer.
***
Geçen hafta; bir işim dolayısıyla gittiğim Gaziemir'den dönerken İZBAN'ın Kemer İstasyonu'nda trenden indim. Haydi dedim kendi kendime bakalım yürüyebilecek miyim? İlk gençliğimin Kemer İstasyonu işlevsiz olarak yerinde duruyor. Ohoo, daha neler görecektim? Koca "Büyük Sinema" bir kısmı yıkılmış haliyle bana bakıyor. Yürüdüm, Kemer Köprü ve altındaki Meles Çayı, orayı geçtim sağda "Quo Vadis"i seyrettiğim Kulüp Sineması'ndan eser kalmamış. Eskilerde son derece canlı olan sağlı sollu dükkanların büyük bir bölümü "Night clup, birahane ve benzerlerine" dönüştürülmüş. Benim geçtiğim o saatlerde çoğu kapalı.
Geçmişte buharlı lokomotiflerin düdükleriyle çınlayan Gaziler Caddesi'ndeki yürüyüşümü sürdürüyordum. Yazları üstü açılabilir bir salon olmasıyla tarihe geçen "Yıldız Sineması" artık yok, olsun; orası bizlerin anılarında her zaman var olacaktır. Hemen yanındaki İzmir'in tarihi eserlerinden Çorakkapı Camii'nden sola dönünce kendimizi artık Tilkilik Semtine girmiş sayabiliriz.

Orası yani Tilkilik; benim için her zaman ilginç bir mekan olmuştur. Sağlı sollu ayakçı meyhanelerini nasıl unutabiliriz? Kokoreççi Necmi'yi, Doğan Birli kardeşlerin mezelerine doyulamayan küçücük cepheli restoranlarını anımsamamak olası mıdır? O sıra meyhaneler aralıksız ta Dönertaş'a kadar sürüp giderdi. Kuşlu Cami; İzmir'in avlusu en güzel camilerinden biridir. Biraz daha yürüyünce Anafartalar Caddesinin Tilkilik'teki ikinci dilimine geçmiş oluruz. Eskiden orada çok geniş çeşidiyle müşterisine hizmet veren bir şapkacımız vardı. Şimdi ondan da bir eser kalmamış. Biraz daha yürüyünce solda İzmir'in belki de en güzel ekmeklerini yapan taş fırın, onun karşısında hizmetini sürdürebilen bir ekabir meyhanesi, biraz ileri karşısında da Asmaaltı nam meyhane. İşte geldik Mezarlıkbaşı'na. Katlı otopark solda kalıyor, karşısında sağda Müftülük ve eski Polis Karakolu. Tilkilik bitti sayılır, karşıya geçersek Anafartalar Caddesi'nin Kemeraltı bölümü başlamış olacaktır.
Şimdi ben bunları neden yazdım, onu anlatmadan olur mu? Her şeyden önce İzmir'imize özgü mekanlar bütünüyle kaybolmuş sayılır. Ne şekercilerden ne de helvacılardan, ne bakkaliye dükkanlarından doğru dürüst eser var.

Bol bol tütüncü dükkanı ve kaçak sigara satış merkezi. Belki de hemen herkes Arapça ya da Kürtçe konuşuyor. Türkçe azınlıkta. Bir keresinde Dönertaş'a çıkarken bir şey sormam gerekti, kime başvursam yanıt alamadığımı hatırlıyorum.
Demem o ki İzmir'de başka bir İzmir var ve giderek büyüyor. Üstelik ciddi bir kaçak sigara sektörü var, o sektör de giderek büyüyor, serbestleşiyor(!)
Esenlikle kalınız...

Not: 13.12.2017 tarihli "Kudüs, Ey Kudüs" başlıklı yazımızda Balfour Bildirgesi'nin tarihi hatalıdır, doğrusu 02.11.1917 olacaktır. Düzeltir, özür dilerim.