Medya takibi kuruluşu Ajans Press’in açıkladığı araştırma sonuçlarına göre, Türk halkı olarak, kitap okumaya günde sadece bir dakika ayırıyoruz. Buna karşın, cep telefonu başında geçirdiğimiz süre ortalama 2 saat 59 dakika. Günde 2 saat 14 dakikamızı ise televizyon başında geçiriyoruz.

“Ortalama” kişinin tam zamanlı bir işte çalıştığını, yani günde 8 saatini mesaide geçirdiğini varsayar, 8 saatini uykuda, 1 saat 30 dakikasını öğünlerle, 1 saatini kişisel bakım, ev-aile işleriyle geçirdiğini düşünürsek, geriye 5 saat 30 dakikalık bir “boş zaman” kalıyor.

Demek ki “bize ayrılan sürenin” neredeyse tamamını cep telefonu ve televizyon başında geçiriyoruz. Gerçi cep telefonu kullanımı süresinin uyku dışındaki tüm faaliyetlerle çakıştığına şüphe yok; yani bu süre ayrı bir zaman dilimi gibi düşünülmemeli. Yine de tablo çarpıcı.

Malumunuz, çağımızın rahatsızlığı, FoMO (Fear of Missing Out), yani “gelişmeleri kaçırma korkusu”. Gece yatmadan önce tek tek bütün sosyal medya uygulamalarına girip çıkıyor, e-postalarınızı kontrol ediyor ve sabah uyandığınızda ilk iş olarak yarı açık gözlerle yine bu işlemi yapıyor, akıllı telefonunuzun şarjı bittiğinde paniğe kapılıyorsanız, siz de FoMO’dan mustarip olabilirsiniz.

Kontrol duygumuzla ilgili olduğu söylenen bu korkuya sahipsek, sanal ortamda yer almadığımız, paylaşımlarımız beğenilmediği veya yorum almadığı zaman kendimizi kötü hissediyoruz. Uzmanlar, FoMO’nun bilinç kontrolünü bozduğunu ve bir nevi “sanal uyuşturucu” olduğunu belirtiyor, dikkat edilmezse insan geleceğini etkileyecek yaygın bir hastalığa dönüşebileceğine dikkat çekiyorlar. FoMO’ya yakalanmamak için kendimize başka ilgi alanları bulmamızı öneriyorlar.

Kitap okumaya ayırmadığımız zamanın sonuçları ise kendini geçen yıl yayınlanan 2015 PISA araştırmasında göstermişti. PISA, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD), tüm dünyadan on beş yaşındaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini karşılaştırmalı olarak değerlendirdiği bir çalışma. Türkiye, bu araştırmanın “okuma” kategorisinde, 72 ülke arasında 50’nci olmuştu. Yani bu sınava giren öğrencilerimizin yarısının okuduğunu anlamadığı, bir metindeki ana fikri kavrayamadığı ortaya konmuştu.

Kitap okuma alışkanlığı olmayan bir ülkenin gençleri için bu sonuç şaşırtıcı değil. Türkiye’yi Anlama Kılavuzu’na göre, (IPSOS KMG, 2016) toplumumuzun %39’u hiç kitap okumuyor.

Oysa kitap okumayan bireyler, başka hayatlar, insanlar, kültürler hakkında kitapların sunduğu yeni bakış açıları ve bilgiden ve bunun empati yetilerinde, açık fikirliliklerinde yaratacağı gelişmeden mahrum kalıyor. Düzenli kitap okumak, bizi daha duyarlı kılıyor. Kendimizi daha iyi tanımamıza yardımcı oluyor. Beynimizde yeni nöron bağlantıları oluşturuyor, hafızamızı ve odaklanmamızı güçlendiriyor. Bu alışkanlığın, FoMO batağına düşmemizi önleyeceğine de kuşkum yok.

Kitap okumanın en önemli sonuçlarından biri de, yaratıcılığımızı, hayal dünyamızı geliştirmesi. Türkiye Hayal Araştırması’na (Intel ve Future Bright, 2016) göre, halkımızın yarısı çocukken hayal kurmuyor. Nitekim edebiyat, masal, öykü, roman, şiir ve deneme gibi kurmaca metinlerden beslenemeyen çocukların hayal kurması çok güç. Hayal kurmayan çocuklar ise yaratıcılıktan, yeni fikirler üretmekten uzak ve mevcudu, kendisine sunulanı sorgusuz kabul etmeye yatkın yetişkinlere dönüşüyor.

Konuya tersten yaklaşacak olursak, PISA’nın “okuma” kategorisinde ilk sıralarda yer alan Singapur, Kanada ve Finlandiya, Küresel Yaratıcılık Endeksi’nde (Martin Prosperity Institute, 2015) da ilk onda yer alıyor. Ülkemiz ise bu sıralamada 139 ülke arasında 88’inci.

Yaz sonunda kaybettiğimiz Yazar Muzaffer İzgü’nün “Çocuk okuru olmayan bir toplumun yetişkin okurları olmaz” sözünden yola çıkarak, öncelik ve ivedilikle, çocuklarımızı kitap okuru yapmak için harekete geçmeliyiz. Tüm okullara kütüphane kazandırmayı ve mevcut okul kütüphanelerini güçlendirmeyi hedefleyerek işe başlayabiliriz.