1994 yılında, aynı kimliği benimseyerek Luther Blissett ismi altında birleşen yüzlerce Avrupalı sanatçı ve aktivist, kültür dünyasında kıyametler kopardılar. Beş yıllık bir plan doğrultusunda, 'dünyaya güzel bir hikaye anlatmak, bir efsane oluşturmak ve yeni bir halk kahramanı' yaratmak için çalıştılar ve çok başarılı oldular. 2000 yılı Ocak ayında bu gruptan bazı İtalyan yazarlar bir araya gelerek kendilerine, Çincede 'hiç kimse' veya 'beş adam' anlamlarına gelen Wu Ming dediler. Kafanız mı karıştı? Zaten onların istediği de buydu!

Wu Ming grubunun yazdığı; ismini aşağıda dile getireceğim romanı İtalyanca aslından Aslı Tamaç Türkçe'ye çevirdi ve Geoturka yayıncılık tarafından Mart 2014'de yayınlandı. Kitap için Financial Times; Haliç'in tüm parıltılarını içeren çok iyi bir tarihi gerilim romanı. Venedik, Dubrovnik veya İstanbul'da şehir turu yapmak için mükemmel bir fırsat diye yorum yaptı. Telegraph'da macera ve heyecan dolu hikaye anlatımıyla büyük bir başarı olarak değerlendirildi. Yine Guardian'da elinizden düşüremeyeceğiniz bir kitap olarak tanımlanırken, La Repubblica'da bu muazzam kitaba karşı bağımlılığa dönüşen bir tutkuyla ayaklarınız yerden kesildiyse, derin bir nefes alın ve tekrar okuyun tavsiyesi yer almış.

Dünyaya güzel bir hikaye anlatmak, bir efsane oluşturmak ve yeni bir halk kahramanı yaratmak için yapılan çalışmayı neden mi bu kadar uzatarak anlatıyorum? Biraz kafanız mı karıştı? Zaten bu Pazar günü benim de tam istediğim bu! Şimdi sıkı durun bu kitabın ismi 'ALTAY'.

Osmanlı İmparatorluğu, Venedik Cumhuriyeti, Kıbrıs Fethi ve İnebahtı Savaşlarının ekseninde geçen 'Altay' herkese önerebileceğim; müthiş bir tarihi roman. 446 sayfadan oluşan romanda Altay isminin sadece 3 defa geçmesi ise ayrı bir soru işareti. Tüm kitabı okurken neden romana 'Altay' ismi verildiğini satırlarda arıyorsunuz. Belki de İtalyanlar bir efsaneye, bir halk kahramanına Altay'dan daha yakışan bir isim bulamamışlar.

Kitaptaki anekdotta Prens Timuçin'in savaşı kaybettikten sonra çölü geçerek bir arkadaşıyla eve dönüşünün hikayesi anlatılıyor. İki adam da; Altay şahinini tepelerinde gördüklerinde, günlerdir herhangi bir şey yememişler. Arkadaşı, Timuçin'e avı alabilmek için şahine göz kulak olmasını istemiş. Timuçin ise yiyeceği kendilerinin kazanması gerektiğini belirterek, şahini yakalamış ve ona onlar için av yakalamasını öğretmiş. Eğer Altay şahinini eğitmeselerdi açlıktan ölmüş olacaklardı ve dünya da önce Timuçin daha sonra da Cengiz Han adlarıyla tanınan bu büyük lideri tanımamış olacaktı.
Yine kitapta bir av hayvanı olarak köpeklerle Altay şahini kıyaslanırken şu ifadelere yer veriliyor: Siz Avrupalılar köpeklerle birlikte olmayı seversiniz. İtaatkar hayvandırlar. İnsana kendini beğendirme kaygısı ile dolu, efendisine yaranmaya çalışan sadık bir hizmetkardırlar. Diğer yandan bir şahin ile avlanmak, karşılıklı bir güven ve kişisel çıkar meselesidir. Nedense bana bu benzetme günümüz Avrupa ülkeleri siyasetini ve olaylara yaklaşımlarını anımsattı. Türkiye gerçekten bir Altay şahini olabilmeyi başarabiliyor mu, şüphe duyuyorum.