Geçtiğimiz hafta DEÜ Rekreasyon Bölümünün düzenlediği  "Rekreasyon Terapi Kampında'  gönüllü olarak hekimlik yaptım. Öğrenme güçlüğü, zeka geriliği, hiperaktif, otizm ve işitme engelli tanıları olan 20 özel çocukla birlikteydim.  Her çocuk özel aslında ama bunlar bir başka. Birlikte vakit geçirmek, birebir ilgilenmek, yaşamlarına renk katabilmek müthiş keyif verici. Bu çocuklarla zaman geçirirken insan dünyevi gereksiz pek çok şeyi  geride bırakıyor. Bu projeyi aylar önce Özkan hoca söylediğinde hiç düşünmeden ''ben varım'' demiştim. İyi ki de demişim.

Engelleri aşalım diyoruz ya hep, önce neler yaşadıklarını ya da ne düşündüklerini hissettiklerini anlamak bunun için de birlikte zaman geçirmek gerek. Kamp günlüğüm çok ilginç anılarla doldu. Paylaşmak istedim sizlerle:

Çocukları ailelerden teslim alıyoruz. 20 çocuğun 12 tanesi ilk kez ailelelerinden ayrı kalıyor. Onlar için müthiş bir deneyim. Tabii bu yüzden 3. gece biri eve gidicem diye ısrar ediyor. Babası gelip alıyor ama bir bakıyoruz ki sabah oğlan kampa geri gelmiş.  Kampta ikiz öğrencilerimiz var. Her gece başlıyorlar ağlamaya ''anneme gidicem'' diye.  Onları ise zar zor ikna ediyor koçları "size başarı belgesi vereceğiz'' sözleriyle ama ikizlerden biri çok ağlayınca annesi dayanamıyor götürüyor. O da 1 gün sonra tekrar geliyor kampa. Belki ikizini özlediği için belki de sertifika sevdasından ?

Yassıca Ada namı diğer Alman Adasına götürdük bir gün çocukları. Vapurda sabırsızlanıyor bir an evvel adaya ulaşmak istiyorlar. Daha bineli 5 dakika olmuşken öğrenme güçlüğü tanısı olan 13 yaşındaki öğrencimiz soruyor ''ne kadar kaldı?'' ben de cevaplıyorum ''1 saat''. ''aaa demek daha 90 dakika var'' dediğinde zaman kavramının tam oturmadığını anlayıp bu kez soruyorum ''Peki 1 saat kaç dakika'' bana gülerek cevap veriyor ''hocam tabii 1 saat 90 dakika''.  ''Oğlum o senin dediğin futbol maçı, doğrusu 1 saat 60 dakikadır'' dediğim zaman çok şaşkın bir ifadeyle '' Hadi ya demek ki beni ilkokul 1. Sınıftan beri kandırıyorlar!!!'' cevabını alıyorum. Güler misin ağlar mısın!

Sudan üşüyerek çıkan bir başka öğrenci havluyla kurulanıp ısınıyor. Ardından yüzenleri görünce tekrar girmek istiyor. ''Suya girince üşürsün bak ne güzel kurulandın'' dendiğinde ''aaa ben bunu bilmiyordum, suya girince üşür müyüm'' cevabını veriyor. Nasıl düşündüklerini ya da bazı şeyleri nasıl akıl edemediklerini görmemizi sağlıyor bu cümlesi.

Sadece ''eee'' sesi çıkartabilen grubun yaşça en büyüğü olan engelli öğrencimiz ise kamp sonunda ''Ela'' ve ''Ahu'' isimlerini söylüyor.  Hayatını tek sesle idame ettiren bu öğrencimiz o kadar da sosyal o kadar da girişken ki anlatamam. Herkesin gönlüne taht kuruyor kısa sürede.

Efes Harabelerini geziyoruz, çıkışta yanımızda getirdiğimiz kumanyalarımızı yemek üzere bir kafeteryada oturalım istiyoruz.  Kafeteryaların tam da turist kafilelerinin geldiği bir zamanda bizi kabul etmesini beklemezken bir yardım sever kafeteryasını açıyor. Açmakla kalmıyor tüm çocuklarımıza dondurma ısmarlıyor Ali Rıza Bey.

Burhan Özfatura'nın ''Niyet hayır akıbet  hayırlı'' sözünü hep kulaklarımda.  İyi bir iş yapınca, çıkar peşinde koşmadan gerçekten bir şeyler yapınca tüm kapılar açılıyor bir kez daha gördüm ve inandım.

Sağlıkla kalın.