“İsrail’in 2008 yılı sonunda ve 2009 yılı başında Hamas’a düzenlediği saldırılar sonucunda Gazze Hayvanat Bahçesindeki 400 hayvandan sadece 10 tanesi hayatta kaldı. Hayvanların bir kısmı hava saldırısında ölürken bir kısmı da saldırı sonrasında açlıktan kırıldı. 2009 yılı sonbaharında yeni bir cazibe kaynağı arayan hayvanat bahçesi yetkilileri iki eşeği saç boyası ile zebraya dönüştürmesi için profosyonel bir ressamı işe aldı. Hüzün verici gelebilir ama bu masum sahte zebralar çocukların favorisi oldu, daha önce hiç gerçek zebra görmemiş çocuklar farkı nereden bilebilirlerdi ki ?” Eduardo Galeano’nun kitabında anlattığı çok sevimli bir öyküde sözü edilen çocuklar bunu bilemezlerdi elbette ama yaşam biraz da böyledir; görmek istediğimiz neyse onu görüyoruz. Çocukları bu şekilde aldatmak bizim bildiğimiz aldatma tanımına uymasa da işin ucunda mutluluk varsa gerçekleri biraz çarpıtmanın ne yararı var diye düşünebilirsiniz.

Yıllar önce bir Francois De la Rochefoucauld adlı bir filozof şöyle bir söz söylemişti: “İnsanlar birbirlerini aldatmasalar,uzun süre birlikte olamazlardı” Bu sözü ilk kez okuduğumda halk arasında pek popüler olan ve özellikle kadın erkek ilişkilerine atıfta bulunularak kullanılan  “aldatma” kelimesi doğal olarak ilgimi çekmişti. Üzerinde derinliğine düşünürseniz oldukça ürkütücü bir iddia gibi gelebilir ama derinliği arttırdığınızda anlamlı bir ifade olduğuna ikna oluyorsunuz.

Roelf Bolt’un “Yalancılar ve Sahtekarlar Ansiklopedisi” adlı yapıtında ise yazar bu konuda şu saptamada bulunuyor: ”Aptallık ve açgözlülük bir ahenk içinde çalışır. İlla ki birinin çıkıp diğerini aldatması gerekmez. Örneğin yaptıkları deneylerden gerçek sonuçları değil, umdukları sonuçları cımbızlayan bilim insanları olmuştur. Bu insanlar, sevgilisine “Beni seviyor musun?” diye sorarak boşa nefes tüketen ümitsiz aşıklar gibidirler. Zira böyle bir soru aslında gerçek neyse onu öğrenmeyi değil, duyulmak istenen bir yanıtı duyulmayı hedefler. Kimse kolay kolay “sevmiyorum” diyemeyeceğine göre amaç daha baştan aldatmaktır zaten.”

Benim ilk vardığım nokta ise biraz daha pragmatik gözükebilirse de aynı anda kabul görebilecek bir başka gerçekliği  vurguladığını düşünüyorum.  Madem aldatıyoruz; o zaman aldatıldığımız da kesindir diyebiliriz. Bu durumda, aldatırken ve aldatılırken ne alıyor ve ne veriyoruz;  bunun üzerinde durmak gerekir. Yani basit bir anlatımla söylersek; buna kar-zarar hesabı diyebiliriz.

Yılın başında bir işletmeye koyduğunuz paranın karşılığında yılın sonunda ne aldığınıza bakarken yapılan yatırımın alternatif maliyeti göz önüne alınır elbette ama bu noktada  “Bunu yapmıyor olsaydım ne yapıyor olurdum?” sorusu  eğer bu şekilde aldatmış ya da aldatılmamış olsaydım ne durumda olurdum ? sorusu ile aynı düzlemdedir. Aslında buna benzer bir soruyu uzun yıllar önce babam anneme sorma gereğini duymuştu; “Benimle evlenmeseydin ne yapıyor olurdun?” diyerek... Doğrusu mükemmel bir soruydu, çünkü bu soruya verecek bir cevabı olmayan, yani başka bir seçeneği olmadığına ikna olan bir kadının mutlu olma şansı artar ama ne yazık ki; bir seçeneği  olduğunu düşünen ama bunu kullanmadığına pişman olan bir kadınla evli olan adamın halini ise düşünmek bile istemiyorum.

Söz aldatma ve aldatılmaktan açılınca günlük hayatın içinde tamamen statüko gereği sürdüğüne tanık olduğumuz evlilik adı verilen hukuki sözleşmelerde; sözleşme dışına çıkıldığı iddiası ile oluşan tartışmaların her birinin  kendi içinde doğru veya yanlış olarak değerlendirilmesi mümkün olsa da, Fransız filozof Descartes’in dediği gibi “Kesin olan tek şey hiç bir şeyin kesin olmadığıdır” Ne doğru ne de yanlış dediğimiz şeyler asla kesin değildir ve hepsinin kendi içinde bir mantığı ya da anlaşılabilir tarafları vardır. Ama asıl önemli olan tek gerçek ise; insanların öyle veya böyle beraberliklerini sürdürürken  gerçekleri saptırmalarıdır işte bu bir bakıma  Rochefoucauld’un “aldatma” dediği şey olsa gerek. Nedeni ise basittir. Bizler gerçekleri olduğu gibi duymaya ve  çoğu zaman duysak bile onlerı  objektif olarak  değerlendirebilecek zihinsel ve duygusal düzeyde değiliz. Üstelik herkes her şeyi bilseydi bu dünyada ataş üstünde taş kalmazdı ve bu yüzden kendim de dahil bazen iyi ki bilmiyoruz dediğim zamanlar olmuştur. Doğrusu gerçeğe ama salt gerçeğe dayanmak kolay değildir.

Öte yandan gerçeğin saptırılması; tıpkı Gazze Hayvanat Bahçesinde çocukların  mutlu olması adına  zebraya benzetilmek için boyanan eşeğin durumunda olduğu gibi,  iyi niyetle ve birilerinin yararına olacak şekilde yapılıyorsa, aldatmanın içeriğini belirleyeceği açıktır.
Ancak eşek bir an için Zebra’ya benzese de eşek hala eşektir sadece algılama farklıdır. Öyle ise hayatımızın hemen tamamında mutluluğun da bir çeşit zihinsel algılama olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak mutlu olmayan bir kadın ve erkeğin beraberlikleri ister bir algılama olsun ya da olmasın yetişkin insanlar için çok yalın bir gerçek olarak bir toplumun mutsuzluğudur ve bence  bir ülkenin geleceğini çok yakın ilgilendirir. Ama ne yazık ki aileler bile kızlarının mutlu olmasından daha çok onların bir şekilde evlenmesini isterler, bunda bir sakınca yok elbette ama üzücü olan bu noktada çoğu ebeveynin onlara mutlu olup olmadıklarını bile sormamalarıdır. Kadınlara gelince büyük bir bölümü ise  panik halinde herhangi biri ile evlenerek mutluluklarını askıya almış almaları onlara bir sorumluluk yüklemiş olsa da  herkesin  bu mutsuzluğa göz göre göre alkış tutması tutarlı değildir ve yanlış olan budur;  çünkü  bu evrende herkes her şeyden önce  mutlu olmayı hak eder. Çünkü kendinizi sadece maddi değil, zihinsel ve duygusal anlamda iyi hissetmekten daha büyük bir zenginlik yoktur; daha önemlisi bu durum kendi başınıza bir değer olarak, kendi orijinal halinizle bir başkasıyla bütünleşmenin romantizmi olsa bile  kendinizi yok saymak anlamına gelememelidir.

Aslında birbirini tanımayan ve birbirine saygı duymayan, hatta birbirine dokunmasını bile bilmeyen bu deneyimsiz kadın ve erkekleri kuş yuvası kadar apartman dairelerinde yaşamaya hapsederken bunları göz önünde bulundurmak, dolar ya da euronun yükselmesinden, ya da işsizlik oranlarından ya da küresel ilkim krizinden, hatta hayatı tehdit eden en ölümcül hastalıklardan bile daha önemli bir konudur. Çünkü mutsuzluk her zaman öncelikle zihinsel anlamda bir yoksulluk demektir ve yoksulluk her türlü kötülüğün kaynağıdır.

Tüm bu söylediklerimizin ışığında vardığımız nokta şudur:  Görünüşe göre evliliklerde mutlu olma beklentisinden çok evlenmiş olmak ya da birisi tarafından beğenilmek kaygısı ağır basıyor ve bizlerin görevi öncelikle bu toplumsal hipnozun aşılmasına yardımcı olmaktır. Hatta daha ileri gidersek, insanların birbirlerine bayılmasalar da hiç olmazsa aile içinde veya okullarda belli düzeyde zihinsel, duygusal ve cinsel anlamda birbirlerini uyumlu olup olmayacakları konularında destek verilmesi gerekir. Çiftlerin zihinsel ve  ruhsal yönden sorumluluk alabilecek ve sağlıklı ve mutlu bir çocuk yetiştirebilecek düzeyde kendilerine ve çevrelerine zarar verip vermeyecek durumda olup olmadıklarına yönelik denetlenmeleri konularında tıpkı araç kullanma ehliyetleri gibi ehliyetleri olmalıdır

Aslında sahte bir ürün aldığınızda kendinizi de sahte hisseden insanlara benzememek için gerçeğin kendisi değil ama gerçeğin yanlış değerlendirilmesinden kaynaklanabilecek hayal kırıklığı çok yıkıcıdır ve bu şekilde kendisini aldatan bir insanın bir başkasını aldatması kaçınılmazdır. Oysa aradığımız gerçek bu değildir; aradığımız şey; söylemlerimiz ve eylemlerimiz arasında kurulan paralelliğin herkes tarafından kabul edilebilir düzeyde olmasıdır; tıpkı iki sevgiliyi bir araya getiren güzellikler ve kusurlar arasında kurulan denge gibi. Öyle ise Roelf Bolt’un kullandığı şu ifade çok yerindedir:  ”Aldanan insan sayısı aldatan insan sayısından daha az olsaydı, aldatma sanatı da bir süre sonra rafa kaldırılırdı.