UEFA'nın EURO 2024'ü Türkiye'ye vereceğine gerçekten inanan oldu mu? Hatta 16 da 4 iyi bir oy sayılmalı. Tanıtım filmi ve slogandan ibaret bir propaganda yeterli gibi bir hava yaratıldı. Bir de slogan var; "birlikte paylaşalım"...

Birliktelik zeminlerimizin her alanda adeta dinamitlenip, sürekli değişik başlıklarda ayrıştırılarak yönetilişimizi görmezden gelsek bile inandırıcı değil.
                
Sporun ilgi ve bilgi alanım olmadığını, pek çok kişi gibi milli konular olunca dikkatimin yoğunlaştığını itiraf etmeliyim. EURO 2024 için hiç umutlu değildim. Ve umutlu olanlar ve de şansımız yüksekmiş gibi konuşanları hayretle dinledim hep. Karşımızdaki ülke Almanya. Türkiye ile ne demokrasi ne de hukuk devleti olma noktasında kıyaslama kabul etmeyecek durumda bir ülke. Karar vericiler haklı olarak, sadece fiziki olanaklarla ilgilenecek değiller.
            
Siyasal, sosyal, hukuki, ekonomik istikrar açısından hangi ülke güven veriyor? Türkiye, ekonomide bir ayda yurttaşların alım gücünün dip yaptığı bir ülke. Siyasette muhalefetin görüntüden öte işlevi kalmamış. "Hukuk yok hükmünde" diye yollara dökülüp, adaleti dağıtılması gereken kurumlarda değil de yollarda arar hale gelmişiz. Yurttaşın söz söyleme ve eleştiri hak ve özgürlükleri her geçen gün bir bahane ile kısıtlanıyor. Üstelik, sadece paylaşım yapmış olmaktan dolayı nezarete alınıp, hüküm giyenler çoğalıyor... Birlikte paylaştığımız tutukluluk zincirine her geçen gün yenileri ekleniyor.
            
Özetle Türkiye, her geçen gün otokrasiye doğru biraz daha fazla yol alıyorken, yurttaşlar bırakınız 2024'ü; bir yıl sonrası için bile plan yapamaz hale gelmişse, uzun soluklu bir projede, kıyaslama yapanların karşısına yeterince güçlü çıkmış sayılmayız.
           
Bu spor olayı bile, Türkiye'nin girdiği girdaptan çıkmak için bir sorgulama vesilesi olmuyor, UEFA kararından dolayı suçlanıp üzerinden atlanılıyorsa, buna benzer pek çok hayal kırıklığı bekliyor hepimizi.
           
Umuda asılarak sonuç elde etme, beklenti üzerinden sonuca odaklanma Türkiye'de tüm seçim süreçlerinde de test edilerek sürekli yinelenen yanlış bir davranış kalıbı. Gerçeği görmek yerine, teğet geçerek ilerleyeceğini düşünmek giderek yer ediyor!...  Kültürümüze iyice yerleşen duygu ağırlıklı güdümlü algının, bilişsel akılla üretilen algının yerini almasının, kısaca düşüncenin suça dönüşüp her yerden kovulmasının sonuçlarının geri dönüşü çok yakıcı.
            
Duyguya hitap eden, aklı hor gören ve kontrol altında tutmayı yeğleyen anlayış; kendi gerçeğimiz ile yüzleşerek, akılcı çözümler bulmak yerine, karşımızdakini suçlamak kolaycılığı ile bumerang etkisi ile vuruyor bizi. UEFA, EURO 2024'ü bize vermiş olsaydı övecektik ama şimdi yerle bir ediyoruz. İkisi de yanlış. Övmekle dövmek arasına sıkışmış yönetim anlayışımızın faturası hayli kabarık. Kabul edelim, Türkiye normalinin dışında bir ülke. Ve normal ülkelere yapılan davranışı beklemek yanlış. Gerçek Türkiye ile yerine ikame edilmeye çalışılan "yeni" başlıklı Türkiye çok farklı. Bu yeni başlığı bizi yenilemiyor ve daha güçlü kılmıyor.
           
"Eski" diyerek karalamaya çalışılan ve yenisini bu yolla kakalamaya çalışanlar için, ders niteliğinde bir program vardı tarafsız olamayan kanallardan birinde. Dizi filmler tartışılıyordu. Tartışmacılardan biri Mehmet Aslantuğ, kanalları gezerken onun konuştuğunu görünce dinlemeye başladım. Diğerlerini tanımıyorum, birisi kamuoyu araştırmaları tartışmalarına sıkça katılan bir sima ama ismini bilmem. Sonradan açtığım için bilmiyorum programın yöneticisiydi sanırım. Arada seyircilerin iletilerine yer veriyorlar. Herkes Aslantuğ'dan övücü dille söz ediyor. Birisi yazmış, "hepsi sussun Aslantuğ konuşsun" diyor. Diğer üç kişiyi Aslantuğ için dinliyorlar. Ben de dahil. Diziler konuşuluyor ama toplum gerçeği atlanıyor. Toplum gerçeği ile buluşturan yorumlarını, özlediğimiz sakinlik, özgüven, bilgi ile harmanlayan Aslantuğ'u izlettiren ve övgülere neden olan ne diye sordum kendime? Duruş!... Biliyorsunuz ki kaypaklık etmeyecek. Neyse o!...
           
Hepimize kendimiz olmaktan vazgeçmemizi tembih eden bir sistemde ne kadar önemli. Aslantuğ, 68 kuşağının devre dışı bırakılması, adeta emekli edilmesinin yanlışlığından söz ederken, gerçek Türkiye özlemi ile yananların birikmiş akla olan susamışlığını yansıtırken, ekrana yansıyan izleyici yorumları çok umut vericiydi, "gerçek Türkiye özlemi" Aslantuğ'da cisimlenmişti adeta.  
           
Türkiye olarak bir duruşumuz vardı. Atatürk'ten, Cumhuriyetten, laiklikten dolayısı ile demokrasi ve hukuktan  uzaklaştırılmaya çalışıldıkça kaybettiğimiz.
           
Gelin UEFA'ya kızmak yerine, kendi gerçeğimizle yüzleşelim. Üstelik, makyajla örtülemeyecek kadar ortadayken durumumuz. Önce kendi içimizde aklı birlikte paylaşalım ki, birilerini paylaşma ve birlikteliğe davet edebilelim.  Kendi aklının ötesine kapalı olan bir yönetim kültürü, kendi içine hapsolur. Toplumun gerçek özlemlerine kapalı, "al bu senin düşüncen" kültürünün yaratıcısı ve besleyicilerinin 2024 hayallerinin UERO 2024 ile sınırlı olmamasını dileyelim. Birlikteliği ve paylaşmayı tüm yurttaşlara eşit mesafe ile kurumsallaştırmak, yandaşlık ve şakşakçılıkla geçinenleri daha fazla çoğaltmamakla başlayabilirler. Hepimizin ülkemiz için hayalleri var. Aslantuğ gösterdi ki bizim hayallerimizi dillendirenlere bile özlem duyar hale gelmişiz. Normalde hiçbir tartışma programını ciddiye almadığım kanalı bile izlettirdi.
         
"Duruş" demişken, "yerli ve milli" sözünü çok sık duyduğumuz dolara mesafe koyup, Amerika'ya kafa tuttuğumuz bir süreçte; ekonomiden sorumlu damadın açıklaması kafa karıştırdı: "gerçekçi bir program" diye sunulan yeni ekonomi programının yürütülmesinde kurulacak ofis için uluslararası bir şirket (McKinsey) ile çalışılacakmış. Bizim ekonomi yönetiminde lokomotif olacak birikime sahip ekonomistlerimiz yok mu? Bunca üniversiteyi neden kurduk? Bunca kürsü neden var? Elin şirketi bize yol gösterirken ekonomimiz nasıl "yerli ve milli" kalacak? gibi bir soru sizin de aklınıza takılmıyor mu?!... Hala akıl diyorum ya; siz beni boş verin, şu bir süre oyalandığımız EURO 2024 hakkındaki beklentileri ve hayal kırıklıklarını anlatan yazarları dinleyip okuyunuz... Öfkemizi yönelteceğimiz bir mecra bulduk sonunda...
          
Tüm duygularımız öfkemiz bile algı ile yönetiliyorken; Aslantuğ'u dinlemek ilaç gibi geldi. Hele izleyici yorumları. Elimizden alınan bunca değer ve kuruma rağmen, hala özümüze asılanları görmek umut verici. Sözde birlikteliğin sonuç vermediği bir günün akşamında kendiliğinden bir kişi aracılığı ile kurulabilen birliktelik!... gerçekten hala umut var dedirtiyor. Yeter ki; aralık bir kapı bulup, gerçeğe inatla asılan, tüm bozma girişimlerine direnerek kendisi olarak kalmayı başaran birileri gerçeklere kapalı alanlara sızabilsinler. Özü sözü bir insanlara susamışız!..