Hukuk devre dışı bırakılınca, yolsuzluk ve rüşvet kavramlarının devletle "paralel" kullanılması devreye girebildi; yolsuzluk ve yolsuzluk şaibesine bulaşanlar paralele yüklenerek aradan sıyrılıp yasa ile kendilerini korumaya aldıkça biz yurttaşların internete kadar uzanan yasaklarla özgürlüklerimiz kısıtlanır oldu. Geriye iktidarı boşayıp, muhalefetle nişanlanan paralel yapının kalıcılaştırılması kaldı.
         
AKP'nin iktidar yapılması ile Powell'ın dile getirdiği "İslam Cumhuriyeti" kavramının içinin artık muhalefeti de içine alacak şekilde dolduruluşuna bakınca, AKP'nin misyonunu tamamladığı, yerine operasyon geçirmiş ve geçirmeye devam edeceği anlaşılan CHP'nin ikame edilmeye çalışıldığı anlaşılıyor. Ne mi diyorum; zirve ile dağın etekleri arasındaki mesafenin kısaltıldığını görmesi ve anlatması gereken partinin zirveye bu yolla çıkarılışının sonunu da kestirmesi gerekiyor. İnişe geçirilen AKP'nin gelişi ve gidişi arasındaki mesafede yaşananlar herkes için derslerle dolu. Cumhuriyetin tasfiyesi işlevini kurucusu olan partiye yaptırmak çok trajik olur. Umutlarınızı koruyunuz, ancak bu senaryoyu da yabana atmayınız. Çıkarılan ve indirilenlerin arasına yerleştirilen bir elekten geçiyor tüm kurumlarımız. Bizler çıkış ve inişe kilitlenince, elek ve eleği elinde tutanlar gözden kaçıyor.
         
Dış güçlerin asıl hedefi "açılım"... "İslam" ve İslam'a tutunanlar açılım süreci için bir araçtı. Türkiye aslında yerel seçimlere gitmiyor. Ülkemiz her bir seçimde "değişim" kodlu açılım sürecine yeni bir adım atıyor. Dış güçler kendi alternatiflerini ürettikçe bizler alternatifsiz kalıyoruz.
        
AKP açılımda artık ilerleyemeyeceği  noktadadır;  bu yüzden muhalefete şırıngalanan isimler devreye konulmuştur... İstanbul'da sarı renkler karıştı CHP'nin kırmızı beyaz  bayraklarına, İzmir'de de mavi... Renkli karşı devrim CHP'yi AKP'nin miting alanlarındaki renklerine çekerken, "bunları görmezden gelirsek süreçten galip çıkarız" diye düşünenler varsa umarım haklı çıkarlar. Açılım yapanın iktidar ya da muhalefet safında yer bulduğu bir süreçten geçiyor ülkemiz. Partililik, parti ilkeleri, parti kimliği, dolayısı ile parti tabanları eritiliyor; particilik öne çıkıyor.
         
Sandıkla sonuç alacağımızı düşünerek rahatlamaya çalışıyoruz. Zaten süreç de bunu telkin ederek ilerletiliyor. Kirlenen siyasetten çıkış için sığındığımız sandıkların öncesi ve sonrasında yaşananları sorgulamadan sonuca kilitlendikçe, hukuk dışına çıkmış sürecin parçası, hatta meşrulaştırıcısı olduğumuzu görmezden geliyor, demokrasiyi sandıkla var edeceğimiz sanısı ile otokrasinin en koyusuna sürüklenir buluyoruz kendimizi.
         
Milli irade sandıkta tecelli etmiyor; sandıkla baskılanıyor.
         
Muhalefetin milli iradeyi sandığa taşıması için, "kuvvay-ı milliye ruhu"nu canlandırıp, örgütlemesi yeterli... Çıkış çekildiği yere gitmekten değil, Atatürk'ün ilkelerini canlandırmaktan; korkmadan Atatürk demekten, Türk demekten geçiyor. Sözüm Mustafa'lara ve Kemal'lere; sakın yanılmayınız; "Mustafa'ların Kemal'llerin askerleri değiliz. Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleriyiz". Bunu görmezden gelmek, sizi bir süreliğine bir yerlere getirir ama oralarda kalamazsınız.
          
Nazım Hikmet'in kurtuluş savaşımızı anlatan ve "Onlar ki..." dizeleriyle başlayan "kuvay-ı milliye destanı"nını okuyunuz, ülkemizi, bizi var edenlerin mücadele azmini anımsamak için. Destandan alıntıladığım satırlara bakarsanız çıkışın adresinin millilik, bağımsız milli devlet ve birlik/beraberlik olduğunu göreceksiniz.
         
Olup bitenlere "açılım" başlığından bakarsanız, Atatürk rozetlerinin ve al sancağımızın günümüzün teferruatçı siyasetine neden malzeme edildiğini, üstelik buna Atatürk'ün kurucusu olan partide aday gösterilenlerin neden aracı olduğunu da daha iyi kavrayabilirsiniz. 
.....
ateşi ve ihaneti gördük.
ve kanlı bankerler pazarında
memleketi alaman'a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler.
yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,
en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,
iki kat soyulmamak için.
......
"dörtnala gelip uzak asya'dan
akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim...
yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim..."
......
Nazım Hikmet Ran