Hem tabii hem de beşeri iklim yönünden çetin geçen bir kışın ardından, 20 Mart’ta Ekinoks ile ilkbaharı karşıladık ve Nevruz ile doğanın uyanışını kutladık.

Takvime uygun biçimde, İzmir’de güneş daha fazla parlamaya başladı, hava ısındı, günler uzadı...

Açan çiçekler ve cıvıldayan kuşların coşkusunu bizler de ruhumuz ve bedenimizde hissediyoruz.

Orhan Veli gibi, “beni bu güzel havalar mahvetti” diyerek kendimizi ofisten, evden, bilgisayar ekranı karşısından açık havaya, deniz kenarına atmak istiyor, bu isteğe karşı koymakta zorlanıyoruz.

Bunun için kendimize kızmamalıyız çünkü çiçekler ve kuşlardan farksız olarak bizler de, doğanın bir parçasıyız. Her ne kadar inşa ettiğimiz şehirlerde doğayla ilişkimiz zayıflamış olsa da, doğanın döngüsü, hareketleri bizleri doğrudan etkiliyor.

Binlerce yıldır varlığını koruyan Geleneksel Türk Şamanizmi (Khamlığı) de doğayla iç içe geçmiş ruhani güç ve şifaya dayalı.

Geleneksel Türk Şamanizmi’ni hem aileden gelen kalıtsallıkla edinmiş hem de Sibirya’da gördüğü eğitim sonucunda Şaman olmayı başarmış biri olan
Asu Mansur’un “Şaman Gözü (Kham Karak)” adlı kitabı, Şamanizm ve ritüelleri konusunda iyi bir kaynak. Dünyada gerçek bir Şaman (Kham) tarafından yazılan ilk kitap olma özelliğini taşıyor.

Geleneksel Türk Khamlığı’nı, dünyada birçok kabilenin öğretileri arasında yer alabilen Şamanizm’den ayıran çok önemli bir faktör; onun bir din değil, dinin uygulanma biçimi olması. Türk Şamanizmi, “Töre” adlı, tek yaratanı olan dine bağlı. Töre’yi kabul eden ve ona bağlılık gösterenler Törük/ Türük/ Türk adını taşımaya başlamışlar. Töre’nin kurallarını ve öğretilerini koruyarak nesillere aktaran kişiye ise “Kham” deniyor.

Türk Şamanizmi’ne göre, hareket ile üretkenlik doğaya katkı sağlamak anlamına geldiği gibi, bedenli doğmanın da tek sebebidir. Hareket kısıtlandığında, beden de enerjisini geçmişi kurcalamaya, geleceği planlamaya ya da olmadık şeyleri kurgulamaya harcar.

Yeryüzündeki her canlı gibi insanın da bir mizacı; yani mutlak bir yeteneği, özelliği vardır ve bu vasfıyla doğaya katkı sağlar. Doğada hiçbir varlık yerinde oturarak yaşamını sürdüremez. Bu, doğanın süreklilik arz eden hareketliliğine terstir. Her canlı sürekli hareket halinde yeteneği doğrultusunda yaşamını idame ettirir. Masa başında çalışmak doğanın yaşam tarzına uygun olmadığı için, bu şekilde yaşayanlar her geçen gün duygusal ve fiziksel açıdan daha sorunlu hale gelirler.

Kitap, deneyim ve bilginin bir kuşun iki kanadı gibi olduğu düşüncesinden hareketle, öğretilerin yanı sıra uygulamalar hakkında da bilgiler veriyor.

Mutlak yeteneğini öğrenmek isteyenler, endişe ve kararsızlık içinde yaşayıp ne istediğinden emin olmayanlar, pes edenler, başarmak istediği halde sonuç alamayanlar; tutkusuzluk, merhametsizlik, cansızlık, soğukluk, iştahsızlık ve bağışıklık sorunları yaşayanlar için doğanın yol göstericiliğine başvurabilecekleri ritüeller tarif ediyor.

Türk Khamlığı’na göre, doğaya bağlı bir hayat süren insan, iç doğasını dış doğayla uyum halinde yaşatmalıdır. Bunu başarırsa hiçbir sıkıntısı olmaz.

Son dönemde yoga, meditasyon ve nefes terapi gibi, bu felsefeye uygun yaklaşımlar barındıran uygulamalara daha fazla sarılır olmamız, “doğaya karşın,” inşa ettiğimiz medeniyetlerimizin bizi gerçekten mutlu edip etmediğini düşündürüyor.

Apartman dairelerinde, onlarca katlı ve penceresiz plazalarda, diğer canlı türlerinden kopuk bir şekilde yaşamak tabiatımıza uygun mu? Yaşadığımız gezegende, istek ve hırslarımız doğrultusunda onu yağmalayıp tüketelim diye mi meydana geldik? Belki de, kendi yarattığımız sistemlerin gösterdiği hedefler uğruna kendimizle, birbirimizle ve doğayla durmadan sürdürdüğümüz mücadelenin, ödediğimiz ve ödettiğimiz bedellerin anlamlılığını sorgulamanın vakti gelmiştir.

Not: Spotify’da oluşturduğum “İlkbahar” adlı ve temalı klasik müzik listesi, doğaya çıkamadığınız zamanlarda size eşlik edebilir.