Suriye, Rusya, Almanya, Hollanda vs. vs. vs., AKP iktidarı döneminde cephe açtığımız ülkeler. Viyana'ya az kaldı. Sonra başları dara kıstığında adını telaffuz ettikleri Adnan Menderes de Kore'ye uzanmıştı.

Kore, Türklerin 1950 Haziran'ında tanıştıkları Kore...
             *
Size yaşanmış bir Kore öyküsü: Uzun yıllardır Paris'te yaşayan tanınmış ressamımız Utku Varlık'tan öğrendiğim yaşanmış öyküdür bu.
             
Yıl 1950'ler. Anadolu'da bir Hint filmi ortalığı kasıp kavuruyor. Adı, Avaramu (Avare). Başrol oyuncusu Raj Kapoor. Öyle ki; Bolu'da filmin makarasını makineye takıp sinemada gösteren Makinist Ali'nin dediğine göre; Avare'yi Türkiye'ye getirenler Anadolu'nun yoğun isteğini karşılayamaz durumda. Yetişemiyorlar. Sinemanın işletmecisi Ayhan ağabeyi yakından tanımamış olsalar filmin bir iki ay sonra bile Bolu'ya gelmesi garanti değil. Gelmiş işte. Üstelik Türkçesi kalmadığından özgün afişini göndermişler. Sinemanın kapısında o asılı. Filmin konusu Mısır sinemasını aratmayan, "zengin kızı Leyla" örneği bir melodram. Ancak şarkısını bir kez duyduğunuzda ömür boyu unutmak olası değil. Sevdiği kıza ulaşamayınca kendini dağıtan; ceketi sırtında, arkasına bastığı ayakkabısıyla karşımıza çıkan aşığın kalender şarkısı Avare! Film perdeye yansır yansımaz çok değil bir hafta sonra Bolu'da tüm kent avare olur. Ciddi sanılan bazı tipler de sanki bunu beklemişlerdir. Böylesine sosyolojik yönden bugüne değin ele alınmamış bir vaka. Raj Kapoor, şarkıyı Hintçe söylüyor ama Türkçesi bunu hemen yakalıyor. Şarkı, belediye hoparlöründen tüm Bolu pazarına yayılıyor. Salt, "pazardan kaçan ineği görenlerin lütfen..." anonsu şarkıyı arkaya itiyor. Anons kesilir kesilmez o ses bağırmasını sürdürüyor: "...avareyim na na na..."

Bolu'da, şarkıyı belediye hoparlöründen duyup da şaşmayan bir tek Çıba var. Çıba kim mi? Çıba, kentte herkesin kendisine benzemeye çalışmasını görerek gurur duyan, kasım kasım kasılan kabadayının adı.
                   
İşte o sıra ülkede iktidar olan DP, TBMM onayı olmaksızın ülkeden binlerce kilometre uzaklıktaki Kore'ye asker gönderme kararı alır. Niye mi? Genç kuşakların bilmesi için özetleyelim: 1950-1953 yılları arasında Kuzey Kore ile Güney Kore arasında yapılan savaşın adıdır Kore Savaşı. Soğuk savaşın ilk sıcak çatışmasıdır. Savaş, ABD ve müttefiklerinin, ardından da Çin Halk Cumhuriyeti'nin müdahalesi sonucu uluslararası boyut kazanır. Peki bölünmüş Kore, birbiriyle niçin savaşmıştır? İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda, 1945'te, Japonya teslim olur. Kore, 1905'ten İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar Japonya'nın Asya kıtasındaki egemenlik alanında kalan bir bölgedir. İki süper güç antikomünist ABD ile komünist SSCB, Japonya'dan aldıkları Kore toprakları üzerinde yerli ama kendilerine bağımlı hükümetler kurarlar. 1948-949 arasında da askerlerini çekerler. Kuzey Kore SSCB, Güney Kore de ABD yanlısıdır. 38. Enlem aralarında sınır olur.
        
Savaş bundan sonra başlar. Emperyalizm, bölünmüş ülkenin taraflarını sıcak çatışmada karşı karşıya getirir. Kore Savaşı artık Kuzey-Güney savaşı değil; Çin-ABD savaşıdır. Savaşın sonuna gelindiğinde yakılıp yıkılan Kore zararlı çıkar. Siviller de dahil yaklaşık 3 milyon insan ölür.
                   
Bu savaştan binlerce kilometre uzaktaki Türkiye'de o gün iktidarda bulunan DP iktidarının ise iki hedefi vardır: SSCB tehdidinin arttığı savıyla NATO üyesi olmak ve ekonomik durumunu güçlendirmek yani para bulmak için zamanın "bol paralı" ülkesi ABD'nin Truman Doktrini'yle başlattığı hibe ve kredi yardımlarını artırmak umudu. Bu savaş her iki hedef için fırsat olarak görülür.
                   
ABD'nin çağrısıyla toplanan BM Güvenlik Konseyi, 25 Haziran 1950'deki Kuzey Kore'nin Güney'e saldırısından sonra üye ülkeleri Güney'i korumak için katkıda bulunmaya çağırır. Çağrıyı yapan BM görünse de çağrının asıl sahibi Başkan Truman'dır. Hükümet, NATO üyeliğini elde etme ve para/kredi bulma adına TBMM onayı almaya bile gerek görmez, Kore'ye asker gönderme kararı alır. (1) Bu da bir yerde savaş suçudur aslında! Kore Savaşı, Cumhuriyet ordusunun yurtdışında girdiği ilk savaştır.
                   
Değişik illerden olduğu gibi Bolu'dan da Kore'ye gönderilecek askerler vardır. Gönderilecek askerlerin bir bölümü gönüllü olarak belirlenmektedir. Bu da kabadayı Çıba'ya öykünenlerin dışında bu kabadayıdan kurtulmak isteyenler açısından bir fırsattır. İşte bu kurtulmak isteyenler ondan habersiz adını gönüllü olarak yazdırıverirler. Liste kesinleştiğinde de Çıba hiç itiraz etmeden gider.
                    
Kore Savaşı'na katılan Türkiye'den veriler aktaralım: Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasında 259 subay, 18 asker- 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş ve er, toplam 5090 kişilik Türk Tugayı, 17 Eylül 1950'de İskenderun Limanı'ndan Pusan Limanı'na hareket eder, 12 Ekim günü ulaşır. Savaş sona erdiğinde Türk Tugayı'nın zayiatı, General Yazıcı'nın anılarından öğrendiğimize göre şöyle olur: Şehit: 12 subay, 7 astsubay, 218 er (Toplam 237). Kayıp: 7 subay, 2 astsubay, 192 er (Toplam 201). Yaralı: 15 subay, 10 astsubay, 362 er (Toplam 387). Tarihi kaynaklar, Türk Tugayı'nın Kore'nin Kunuri'sinde büyük başarı gösterdiğini, süngülerinin parladığını, dünyanın takdirini kazandığını yazar ama askerlerimizin en çok topuklarından vurulduğunu yazmazlar. Cephenin en tehlikeli yerinde saf Anadolu çocuklarının bir hiç uğruna can verdiklerini de yazmazlar.
                 
Derken dönüşler başlar. Çıba, savaştan sağ salim döner. Üstelik gitmezden öncesine oranla şimdi daha da beterdir ve adı Jeep, olarak değişir. Onunla  gidenlerin çoğu dönmez. Dönenlerse ayağı, bacağı, kolu kesik, koltuk değneğiyle dolaşmaktadırlar.
                 
Zamanın DP İktidarı ile övünmeyi elden bırakmayan bugünün AKP İktidarı'nın Avrupa ülkelerine karşı efelenmesini anlaşılan bir süre daha izleyeceğiz.
                 
Bence bugün Bolu'nun en büyük eksiklerinden birisi, kentte Çıba'nın heykelinin dikilmemiş olmasıdır!
 
            
 TARİHTEN SAYFALAR
                    
Bugün günlerden 19 Mart


1. Osmanlı Mebusan Meclisi'nin açılışı (1877).
İlk Mebusan Meclisi seçimlerinin yapıldığı dönemde, Osmanlı Devleti'nde henüz siyasi partiler yoktur. İdeolojik hareket olarak düşünülebilecek Yeni Osmanlılar Cemiyeti de siyasi parti örgütlenmesi değildir. Dolayısıyla Osmanlı tarihinin bu ilk parlamento seçimlerine siyasi partiler katılmamıştır. Şimdi Cumhuriyet döneminde yeniden padişahlık oluşturarak parlamentoyu şekli olarak tutmak isteyenlerin düşünce yapılarına karşı bu yakın geçmişle ilgili tarihçilerimizin o yıllardan bıkıp usanmadan söz etmelerini bekliyoruz.


(1) Bakanlar Kurulu, 25 Temmuz 1950 akşamı Kore'ye asker gönderme konusunda karar alır ve aynı gece ilan eder: "Türkiye, Kore'ye 4 500 askerli bir tugay gönderecektir." Aslında söz konusu karar, Yalova'da, Cumhurbaşkanının başkanlığında başbakanla birkaç bakanın katıldığı toplantıda gizlice görüşülerek alınmıştır. Türkiye'nin evet yanıtı, BM çağrısına dünya devletlerinden verilen ilk kesin yanıttır.