Türkiye Psikiyatri Derneği'ne göre kaygı yaşamın normal bir parçasıdır. Herkes günlük yaşam içinde değişik konularla ilgili kaygı duyabilir. Yetişmesi gereken bir iş, sınav, sağlık, para, çocuklar ve aileyle ilgili sorunlar birçok insanı kaygılandırabilir. Aslında kaygı, bir ölçüde bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlıklı olmamızı, bir tehlike durumunda da hızlı karar verip kurtulmamızı sağlar. Normalde bu tür kaygı hafiftir ve baş edilebilir düzeydedir. Kendi danışanlarıma verdiğim örnekte kalabalık bir caddede karşıdan karşıya geçmek için hafif bir kaygı işimize yarar. O sayede uygun zamanı kollar ve karşıya geçeriz. Hiç kaygımız olmasa ve caddeye kontrolsüz çıksak bir araç bize çarpabilir. Fakat her an bir araç çarpabilir endişesi ile kilitlenirsek karşıdan karşıya geçme şansımız kalmaz.
Kaygı bir hastalık haline geldiğinde ise sürekli, aşırı ve durumla uygun olmayan bir endişe durumu söz konusudur. Aşırı endişe, kişinin günlük yaşamını olumsuz yönde etkiler ve hatta olağan yaşam etkinliklerini sürdürmesini engeller. Bu kişiler her durumda olası en kötü sonucu düşünürler. Her şey kendi denetimlerinin dışındadır, iyi bir olasılık ya da geriye dönüş mümkün değildir. Hastalık haline gelmiş kaygı bozukluğunda aşırı endişe ve kaygı genellikle sağlık, aile, para ya da iş gibi konularla ilgilidir. Yaygın Anksiyete Bozukluğu olarak tıbbi olarak tanımlanan hastalığın yaşam boyu görülme sıklığı %5-6'dır. Başka bir deyişle, her 100 kişiden 5-6'sı yaşamlarının herhangi bir zamanın bu rahatsızlığı yaşayabilir. Yaşla birlikte kaygı duyarlılığı artar. Yaygın Anksiyete Bozukluğu yaşlılıkta en sık görülen psikiyatrik bozukluklardandır.

Ülkemizde yapılan genel seçimler sonrasında terör, kan, gözyaşı hayatımızın olağan bir parçası haline geldi. Bu yazıyı yazmaya başladığım anda dahi televizyonlar alt yazılarda İstanbul'un en kalabalık alanı Taksim'de bir canlı bomba saldırısı olduğunu duyuruyordu. Bu yazının yayınlanacağı tarih olan 20 Mart günü için ise uzun süredir kulaktan kulağa olası terör saldırıları için ihbarlar ve dedikodular mevcut.
Kaygı Bozukluğu tanısı ile takip ettiğim çok sayıda danışanım bu gelişmeler neticesinde metroya binmeye korkuyorlar, Kemeraltı'nda gezmeye cesaret edemiyorlar, hayatımızın parçası haline gelmiş AVM'lerde alışveriş yapamıyorlar. Bir hekim olarak artık ben de bu durumun bir hastalık mı yoksa yaşanılanların gölgesinde bir önlem mi ayırt etmekte zorlanıyorum. Terör hepimize kirli bir şantaj yapmakta; sokağa çıkamamak bir hastalık mı yoksa bir önlem mi? Devlet ve devletin istihbarat birimleri bu şantaja çözüm üretemiyorlar. Korku halkası halka halka genişliyor. Her yüz kişiden 5-6'sı kaygıyı bir hastalık olarak yaşıyor dünyada. Türkiye'de bu sayının sadece 5-6'da kalması mümkün olabilir mi?