Ünlü avukat Petroçelli'nin kaybettiği tek dava buydu.Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu, futbolcu yakalanmıştı ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi, futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu. kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı Petrocelli jüriyi ikna etmeye çalışıyordu: “Sayın jüri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? Bakın şimdi 1’den 10’a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek.1,2,3,4,5,6,7,8,9,10..”Bütün jüri kapıya döner ama içeri kimse girmez. Ama bir savunma dehası olan  avukat bu kez  öldürücü hamlesini yapar: “ Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte karar! buna güvenmenizi talep ediyorum. Ama buna rağmen jüri ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirir   ve dava bu şekilde sonuçlanır. Mahkeme çıkışında avukat bayan jüri başkanına yaklaşır: “ 10’a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karara imza attınız?”

“Doğru!” der  jüri başkanı, “ ben de kapıya baktım ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu!” .
Bu öyküde jürinin de gözünden kaçmayan en önemli ayrıntı, avukatın müvekkilinin suçsuz olduğuna yürekten inandığını söylemesine rağmen  müvekkilinin  buna inanmıyor olmasıdır, çünkü inansaydı o da kapıya doğru bakardı. İşte bu küçük ayrıntı da jüri’nin gözünden kaçmamış ve avukat davayı kaybetmişti.
 Genellikle  tüm karmaşık sorunların çözümünün  çok derinlerde saklı olduğunu  sandığımız  için yanılgıya düşeriz, oysa çözüm  bu sahnede olduğu gibi  gözümüzün önünde olan olayların içindedir. Öte yanda suçlu olduğu iddia edilen kişinin avukatı böyle bir savunma yapacağı konusunda müvekkilini  önceden uyarıp , ona böyle bir durumda kapıya bakması gerektiğini söyleseydi, karar değişebilir miydi?Jüri başkanına göre değişirdi.Çünkü herkesin o anda  merakla kapıya bakmasına rağmen o bakmaya gerek görmemişti, çünkü suçlu kendisinden başkası değildi o buna biliyordu ve ona göre davrandı. .Ancak eğer kapıya baksaydı, avukat davayı bu şekilde kazansaydı, suçlu suçsuz hale  gelecek ve avukat da başarılı mı sayılacaktı? Ya da başka bir açıdan bakarsak  o kişi gerçekten suçsuz olsaydı ve görevini yapan yani en iyi suçlamayı hazırladığını düşünen bir savcı o kişi suçsuz bulunduğu için bir pişmanlık duyacak mıydı?

Ama kanunlara göre kişi aklanmış sayılacaktı ve objektif açıdan bakarsak, karar ne olursa  olsun eğer gerçekten işlenmiş bir varsa da bu suç asla ortadan kalkmayacak ve suç olduğu yerde duruyor olacaktı  ancak  o noktada bu kez  avukatın sadece işini iyi yaptığını belki de savcının işini kötü yaptığını söylemek mümkün  olabilirdi. Ama tuhaf olan ve tartışılması gereken şey ise  işini iyi yapan bir savunma avukatının bir suçluyu mahkum olmaktan kurtarması da adalet ilkesi ile çelişmiyor mu? Ya da işini kötü yapan yani yaptığı suçlamanın yeterli kanıtlarını ortaya koyamayan ve önemli ayrıntıları atlayan bir savcı da bir anlamda kabahatli  olmuyor mu? Bu noktada cevap ne olursa olsun herkesin görevini  yaptığını iddia ediyorsanız o zaman da suçluların da suç işleyerek evrende belki biraz mistik anlamda da olsa bir görevlerini yaptığını da  söylemelisiniz. Nasıl tıp eğitimi verirken insanların hasta olacağını varsayıyorsak  savcılar ve avukatlar ve yargıçlar  yetiştiriyorsak, suç işleneceğini önceden biliyoruz demektir. Suçu önleyemiyorsak hukuk sistemi  sadece bir cezayı öngören bir aracı mekanizmadan başka bir şey değil midir? Yani soru şudur :Önce cezayı belirleyip suçun işlenmesi mi bekleniyor  yoksa suç işlendikten sonra her vakanın ayrıntısına göre yeni bir hukuki bütünlük içinde kararlar alınıyor.? Burası biraz tartışmalı.Çünkü çoğu zaman suç kavramı üzerinde bir uzlaşma sağlanamadığı çok açık. Ama neresinden bakarsanız  bakın önce kişilerin zarar gördüğü ve göreceği endişesi ile güvenliklerinin  sağlanmasına yönelik olarak  bazı kanunlar yazılıyor, ve biliyoruz ki kanunların olmadığı yıllarda  bu görevi din üstlenmişti ancak kişilerin  gelecekte bazı suçlar işleyeceği veya kişilere bazı suçlamalar yöneltileceği dolayısı ile bugün de  hiçbir şekilde suçun olmadığı varsayılamıyor, her şekilde insanın bir suç işlediği-işleyeceği  düşünülüyor  ya da kimsenin masum olmadığı  felsefesi sanırım içinde bulunduğumuz siyasal ve ekonomik sistemlerin de öngörüsü içinde yer alıyor. Bu süreç tıpkı ünlü Alman şair ve yazar Goethe’nin “Ne kadar yalıtılmış yaşam sürerseniz sürün haberiniz bile olmadan ya borçlu ya da alacaklı olursunuz.” sözlerinde anlamını çok iyi bulur.
Bu durumda  sisteme karşı birilerinin kötü şeyler  düşüneceği ve düşündüğü iddiasının önüne geçmek aslında mümkün değildir ,yani ben sizin davaya veya sisteme aykırı yaşadığınızı varsayıyorsam bir suçu da varsayıyorum demektir. Demek ki suç ve ceza temelde bir varsayımdır, çünkü doğru ve yanlışın her zaman tartışılacağı zamanlar olmuştur, ve hiçbir şeyin kesin olmadığını söyleyen Descartes gibi her suçun belirli bir referans noktaları olduğunu söyleyebilirsiniz.Peki bu noktada şunu sorabilir miyiz?  Suç varsa-ya da yaratılmışsa, bu sonsuza kadar lanetlenmek anlamına mı gelir ?

Örneğin  Atatürk Kurtuluş Savaşı zamanlarında İstanbul hükümetine karşı gelmiş ve bugünün tabiri ile halkı ayaklanmaya teşvik etmişti ancak savaş sonrasında bir ulusal kahramandı yani hainlik ile kahramanlık arasındaki çizginin bu kadar hassaslık içinde olduğu bir evrende hukuk sisteminin  uzun vadeli bir suç ya da ceza öngörüsünde bulunması da ne kadar anlamlı olabilir? Cevabı yine yukarıdaki örnekte bulabliliriz. Eğer müvekkil kapıya bakmış olsaydı, aklanacaktı. İşte bu noktada adalet sisteminin buna bir cevabı yoktur.

Sonuç olarak en kötü niyetli yargılamaya karşı olabildiğince en iyi niyetli savunmanın savaşı hukukun felsefesine uygun düşse de yukarıdaki örnek de avukat bir ilüzyona başvuruyor, yaptığı şey  kanunlarda yazılı olmasa da, elinde herhangi bir somut kanıt olmadan müvekkilini kurtarmaya çalışırken aslında bir oyuna başvuruyor; yani hayatın da aslında bir çeşit bir oyun olduğunu düşünürseniz oyun içinde bir oyun oynanıyor.Burada davanın türüne göre yazılı kanun maddeleri çerçevesinde  tarafların yaptıkları hataların izi sürülerek  bir sonuca varılıyorsa da, kişi  genetik anlamda ne kadar suça eğilimli olursa olsun, taraflardan birinin  o suçluların içinden çıktığı yaşadığımız toplum olduğu  da söylenebilir. Suçun oluşmasını önleyememiş bir  toplum da belki bu anlamda suçlu değil midir?  Belki de suçların bir bölümü kanunların sadece yazılı olması ile değil toplumun onları benimsememesinden kaynaklanıyor da olabilir ve kendi adaletini  kendisi sağlayan insanların oluşturduğu bir  adaleti sorguluyor  olmak, böylece,hukuk sistemi  bir bakıma ilahi adaleti sağladığını düşünen ya da inanan bir bireyin bu çabasına bir ceza arayışı haline gelmiş olur.

Bu yaklaşımın hukuk sisteminin üzerinde tartışması gereken önemli bir nokta olduğunu belirtmeliyiz ,yani kanun sadece kanun olmakla bir işe yaramıyor, tüm toplumun üzerinde uzlaştığı bir  anlaşma metni olmalı.Bir örnek vermek gerekirse, insanların çocuk sahibi olmasının suç olduğu kabul edilmiş olsa  bu durumda kimse buna inanmayacağı ve uymayacağı  için hemen tüm toplumu suçlamanız gerekebilir, yani kanunlar doğa kanunları ile de uyumlu olmalıdır.Gerçekten işlenmiş bir suçun olduğuna herkesin tarafsız bir şekilde ikna olmasının yanı sıra yapılan suçlamanın da  adil olması gerekir Eğer bu adalet mekanizmasının işleyisinde toplum vicdanını sarsacak derecede  şüpheler olursa o zaman Nietzche’nin dediği gibi  hepimiz tüm yargılayanların gözünden bir cellatın baktığına inanmaya başlarız.