Geçtiğimiz günlerde, gölgede 40 derecenin üzerindeki sıcaklığın hayatımızı, sağlığımızı nasıl etkilediğini yaşayarak gördük. Küresel iklim değişikliğinin nelere mal olacağının küçük denemesini yaşadık. Bugün yerkürenin ısındığı, iklimlerin istikrarsızlaştığı dünyada yaşayan çoğunluk tarafından kabul ediliyor.
Bilim insanları, sera gazı emisyonları artmaya devam ederse, küresel ısınmanın geri döndürülemez hale geleceği ve eşiğin aşılacağı konusunda uyarıyor. O eşik sanayi öncesi seviyelerin üzerinde 2°C 'lik bir sıcaklık artışı olarak tahmin edilmekte ve mevcut emisyon düzeylerine bakıldığında yaklaşık 5°C bir artış beklenmektedir. Bu rakam, çok fazla bir artış gibi gözükmeyebilir, fakat bugünün dünyası ve son buzul çağı arasındaki sıcaklık farkı 5°C'nin üzerindeydi. Bu yüzden sıcaklıkta görünüşteki küçük değişiklikler dünya için büyük farklar anlamına gelebilir.1

Bu tehlikeye rağmen, soruna çözüm bulma yolunda atılan adımlar çok yetersiz. 2015 yılının Aralık ayında Paris'te toplanan İklim Zirvesi Konferansı'nda (COP21) bir anlaşma metninde anlaşmaya varılmıştı. Toplantıya katılan dünya ülkeleri liderleri fosil yakıtlarının kullanımının kısıtlanarak, sera gazı emisyonlarının azaltılması, bu sayede küresel sıcaklık artışının 1,5 ila 2 derecede kalması için çaba gösterileceği konusunda söz vermişlerdi. Verilen sözler çabuk unutuldu, geçtiğimiz ay, ABD Başkanı Donald Trump Amerika'nın anlaşmadan çekildiğini açıkladı.

Bu vurdumduymazlıklar felaketlere davetiye çıkarmaktır, böyle giderse dünyanın geleceği, dünyada yaşamın sürmesi  tehlikededir. Çevrenin, doğanın korunması; var olmak ya da olmamak gibidir. O yüzden çevre ve ekoloji hareketleri son derece önemlidir.

Çevrenin, doğanın korunması kavramının tarihi çok eski değil. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra, çevre sorunlarının farkına varılmaya başlanması üzerine çevreyi korumaya ilişkin hukuki metinler kabul edilmeye başlandı. Çevre sorunlarına karşı toplumsal hareketler de 1970'li yıllardan sonra ortaya çıkmaya başladı. Türkiye'de çevre, ekoloji hareketlerini, 12 Eylül darbesinin sıkıyönetim döneminin sona ermesinden sonra 1980'li yılların sonuna doğru görüyoruz. Sokağa inen çevre, ekoloji hareketleri aynı zamanda 12 Eylül'ün yarattığı antidemokratik toplumsal hayata can suyu oldu. Bu hareketin bir parçası olan çevre ve ekoloji avukatları hareketi, çevre hukukunun gelişmesini sağladı.

Bu hareketlerin o zamana kadar alışılmış siyasal ve toplumsal hareketlerden farklı olan yanları vardı. Çevre, ekoloji hareketleri tabiatı gereği renklidir, çoğulcudur, ademi merkeziyetçidir, öyle de olmak zorundadır. Farklı renklerden oluşan, çoğulculuğun olduğu yerde hareketin bir merkezi hiyerarşiye bağlanması mümkün değildir. O yüzden çevre, ekoloji hareketleri, hareket üyesi herkesin birey olarak etkili olduğu, özgür bireylerin kolektif hareket yeteneğinden oluşur. Bu haliyle ekoloji hareketleri, aynı zamanda özgürlükçü demokrasi deneyimleridir.

Çevre, ekoloji hareketleri de eyleyerek, deneyimlerle gelişiyor. Çoğunlukla karşı koyma şeklinde gelişen çevre ve ekoloji hareketlerinin bugün sorunun kökenine inmesi gerekiyor. Çevre sorunlarına yol açan en önemli unsur sürekli büyüme ve kalkınma anlayışıdır. Sürekli ve hızlı büyümeyi hedefleyen endüstrileşmenin geldiği  aşamada, yenilenemeyen doğal varlıklar hızla tükeniyor, oluşan atıklar çevrenin taşıma kapasitesinin çok üzerinde kirlilik oluşturuyor. Nükleer ve tehlikeli atıklar yaşanabilir bir gelecek vaat etmiyor, onun yerine hastalıkların ve ölümün habercisi. Doğal varlıkların ölçüsüz tüketilmesi, yaşam alanlarının geri dönüşsüz kirletilmesi, fosil yakıt endüstrisi sonucu oluşan küresel iklim değişikliği ile ekolojik yıkımın eşiğine geldik. Onun için bugün başka bir dil kullanmak zorundayız. Örneğin; çevre sorunlarının ilk farkına varıldığı dönemde koruma kavramı olarak ortaya atılan 'sürdürülebilir kalkınma', bugün artık kirletmenin, yok etmenin kılıfı halini aldı. Onun yerine henüz hukuki literatüre yazılmasa da 'yaşamın sürdürülebilirliği' kavramı kullanılmaya başlandı, 'sürdürülebilir kalkınma' yerine 'sürdürülebilir çevre' kavramı tercih ediliyor. Büyümenin yarattığı ekolojik yıkıma karşı, yıkımı durdurmak, doğanın kendisini yenileyebilmesini sağlayabilmek için 'sıfır büyüme' kavramı ortaya atılmış durumda. Bu kavram şu an için hiç olmazsa kalkınma ve büyüme kavramlarının tılsımını yok etmeye yarıyor.  

Mevlana'nın dediği gibi "Her gün bir yerden göçmek ne iyi/Her gün bir yere konmak ne güzel/ Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş/Dünle beraber gitti, cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım" Dünyanın geleceği için yeni kavramlar bulmak lazım, attığımız her adımda yaşam alanlarının ve varlıklarının korunmasını esas almak lazım.

https://yesilgazete.org/blog/2015/07/02/paris-iklim-zirvesi-hakkinda-bilmeniz-gereken-her-sey/