Hava, su, toprak temiz olmazsa, ekolojik denge bozulursa sağlıklı yaşamak mümkün değil, yani sağlıklı çevre, yaşama hakkının ön koşulu. Onun için bundan 46 yıl önce B.M. İnsan Çevresi Konferansı'nda, insanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkı olduğu kabul edilmiş, bu hakkın aynı zamanda gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek sorumluluğunu kapsadığı belirtilmiş.

Çevre hakkı işte böyle bir şey; yalnızca bugünkü değil, gelecek kuşakların da hakkı, bu hak aynı zamanda doğmamış canlıların, gelecek kuşakların hakkını koruma sorumluluğunu da yüklüyor. Çevre hakkı kısaca yaşamın korunmasıdır, çevre hakkı mücadelesi de yaşamın savunulmasıdır.

Yaşamı savunmanın etkili yollarından birisi mahkemeye başvurma hakkı, mahkeme kararı tespit etme ve elde etmedir. Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu sistemlerde uyuşmazlığın yargı yoluyla çözümlenmesi ile o konudaki tartışma biter, ancak bizim gibi Anayasasında Hukuk Devleti yazsa da hukuksal güvenliğin olmadığı sistemlerde durum hiç de öyle olmuyor.

Bu girizgâhtan sonra bir çevre davasından, haberlere de yansıyan, Dikili'ye bağlı Çukuralan'da işletilen altın madeni ile ilgili yaşanan hukuksuzluktan söz etmek istiyorum.

Çukuralan'da 2009 yılından bu yana, Bergama Ovacık Altın Madeni/Kimya işletmesinde ayrıştırılmak üzere altın madeni cevheri çıkartılıyor. İlk projenin izinlerinin hemen ardından kapasite artırımına gidildi, o yetmedi ikinci kez kapasite artırımına gidildi, şimdi de üçüncü kapasite artırımı yapılmak isteniyor. Geride kalan üç proje için verilen çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali davaları reddedildi. Yapılan yargılamalar düzgün yapılmadı, adil olmayan yargılamalar ve madenin hoyratça çalıştırılması sonunda Çukuralan'ın doğası geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde bozuldu. Üçüncü kez kapasite artırımı ile yapılacak işletme sonunda doğadaki yıkımın katlanarak devam edeceği her halinden belli. O yüzden açılan davada, yapılan keşif ve düzenlenen bilirkişi raporu sonrasında mahkeme önce yürütmeyi durdurma, ardından iptal kararı verdi. Bunun üzerine ne yapılması gerekiyor? Hukuk güvenliği olan bir yerde, bu iş artık sona erer, maden ocağı olabildiğince rehabilite edilerek kapatılır. Biz de ise öyle olmadı; şu meşhur 2009/7 sayılı genelgeye dayanılarak yeniden ÇED süreci başlatıldı, geçen hafta başında 5 Kasım'da inceleme değerlendirme komisyonu (İDK) toplandı.
Mahkemenin iptal gerekçesi; madenin yaklaşık 6 km kuzey batısında, içme suyu amacıyla Balıkesir Belediyesi tarafından kullanılan Madra Barajı'nın göl alanının bulunması, maden atık sularının deşarj edildiği Çökek Deresi'nin doğal SİT ve mesire yeri olan yaklaşık 5 km güneydeki Kültür ve Tabiat Varlığı olan Nebiler şelalesine drene olması ve ocak işletme şevlerinin stabilitesi hesaplarındaki eksikliğe dayanıyor. Ocak işletme şev stabilitesi hesabı dışındaki gerekçeler madenin bulunduğu coğrafyaya ilişkin. Böylelikle daha önce iki kez kapasitesi artırılan faaliyetin de yanlış olduğu ortaya çıktı. Bundan sonra aynı yerde kapasite artırımı ille maden ocağı işletilmesi, Madra Barajı ve Nebiler şelalesinin kirletilmesine göz yummak olacak, yani madenin bundan sonra hiçbir şekilde işletilmemesi gerekiyor. Buna rağmen yeni bir rapor ile yeni ÇED süreci işletilmeye çalışılıyor. Çukuralan'ın coğrafyası raporla değiştirilemeyeceğine göre, yeni ÇED süreci tam bir aldatmacadan, mahkeme kararını çöpe atmaktan ibarettir.

Çukuralan'da iki kez kapasite artırılarak, doğa delik deşik edildi, doğaya karşı büyük ve ağır suçlar işlendi. Oradan çıkartılan cevher ile Ovacık Altın Madeni onca yargı kararına rağmen çalıştırıldı. Başka bir şey daha oldu, elde edilen altınların 15 Temmuz darbe kalkışmasını yapan terör örgütüne gittiğine dair ciddi iddialarla davalar açıldı, birinci dereceden suçlanan sanıklar yurtdışında kaçak, o yüzden davalarda sonuca gidilemiyor, karar verilemiyor.

Yazının başındaki anlatılanlara dönelim; Çukuralan'da, bugünkü ve gelecek kuşakların hakkı korunmuyor, birtakım oyunlarla, doğaya karşı suç işlemeye devam edilmek isteniyor.
Bakalım İDK üyeleri bu işe ne diyecekler? Onlar ne derse desin, buna sessiz mi kalacağız?

Bergama Belediyesi, EGEÇEP, Bergama Çevre Platformu ve yaşam savunucusu yurttaşlar sessiz kalmadılar, davalarına sahip çıkıyorlar. Peki, Dikili Belediyesi nerede? Şu andaki Dikili Belediyesi konuyla hiç ilgilenmiyor, oysa önceki yönetimler döneminde Osman Özgüven'in başkanlığı döneminde Dikili Belediyesi bu mücadelenin sürükleyicisiydi.

Yeni dönemde nasıl olacak? Sahi, yeni dönemde Dikili, Bergama ve İzmir Büyükşehir Belediye başkanlığına soyunan aday adayları bu konuda ne düşünüyorlar? Bugünkü ve gelecek kuşakların sağlıklı çevrede yaşama haklarını Çukuralan'ın çukurundan çıkartacaklar mı yoksa bir tekme de onlar mı atacaklar?