Prof. Dr. Nur Vergin, siyaset bilimi yüksek lisansta hocamdı. Bilenler bilir, siyaset sosyolojisini ondan öğrenmek bir ayrıcalıktı. Hocam % 58'lik referandumun akşamında, televizyonda yorum yaparken dedi ki, "artık hiç bir zaman iktidara biz gelemeyeceğiz hissi, uzun süre hakim olacak."
"Sakınan başa taş değer, sakınan göze çöp batar" da var. "Bir şeyi kırk kere söylersen olur" da var. "Kendisini doğrulayan kehanet" de diyorlar. Bilimsel dayanaklarla da olsa, umutsuzluk ve kötümserlik, hiç bir zaman olumlu sonuçlar doğurmuyor.

Halbuki şu anda bu değişti. Demokrasiye, insan haklarına, özgürlüğe inananlar, yeniden umutlandılar. Tek eksiğimiz umut değildi elbette, ama karamsar ve kötümserlik katsayımız azaldı.

Evet, ama yetmez. "Eğlencesini kaybeden ülke" olduk. Artık beraber gülemiyoruz. Gülümsemek bile zorken, kahkahalar çok azaldı. Gülmek, gülebilmek, mahcubiyet hissettiriyor.

Zamanı, ya da ortamı suçlamanın anlamı yok. Coşkusuz, heyecansız, neşesiz olmamızın muhakkak zaman ve mekanla da ilgisi var. Ama asıl sorumlu yeni siyaset sosyolojisi. Siyasiler "ağır ol molla desinler" kalıbına öyle teslim oldular ki, mollalık ağırlığı artık toplumun sırtındaki küfede, safra olup atılması gerekirken, standarda dönüştü.

Oysa bizim zekalarını, hazır cevaplarını sevdiğimiz, kahkaha atmaktan korkmayan, kendileriyle ve destekçileriyle dalga geçebilen politikacılarımız da vardı. Anekdotlarda da, basın önünde de, güler ve güldürebilirlerdi. Uzaktan akrabam olan  Osman Bölükbaşı zaten siyasi mizahta bir efsaneydi. Ama Demirel de, tonton Özal da cana yakın insanlardı. Hayalciliğinin beslemesiyle, mizahi yönü hiç birinden geri kalmayan Erbakan da öyle. Benim favorim, tevazuu abartsa da, Erdal İnönü'ydü, zekasına ve esprilerine hayrandım. Bugün Selahattin Demirtaş da bir istisna.

Bu politikacılara baktığımda gördüğüm en derin ortak payda, zekalarına ve bilgilerine ve en önemlisi, siyasi tezlerine güveniyor olmaları.  Özgüven sorunu olmayan her insan zaten başkalarına da güven verir. Ama bir liderin kitlesine güven verebilmesi için özgüvenli olması şart.
Bugünkü liderlere baktığımda ise, en derin ortak payda, özgüven eksikliği. Ne zekalarına, ne de bilgilerine, ne de siyasi söylemlerine güvenemiyor olmalılar ki, hep bir ciddiyet maskesinin arkasına saklanıyorlar. Çatık kaşlar, asık suratlar, aslında korkularını saklıyor. Bulundukları mevkii hak etmemiş olmanın vicdani yükü, topluma rol yapmaları bir yana, kendilerine de rol yapmalarını gerektiriyor.

İmaj karizması, bir yere kadar. Destekçi alkışları da öyle. Uykudan önceki iç muhasebeler, sabah aynada gördükleri eksiklikler, muhakkak, bir rüyada değil, planlı bir hayal illüzyonunda yaşadıklarını gösteriyordur. Ve sert kabukların içinde, yumuşak bir doluluk değil, yine sert bir boşluk var.
Liderlik, değişimi yönetmek demektir. Bugünkü siyasetçiler, toplumu da dönüştürüyorlar. Çatık kaşlar, asık yüzler, her an kavga ya da çatışma yaratma potansiyeli, gün geçtikçe toplumdaki herkese bulaşan bir epidemiye dönüşüyor.

Kendisine, zekasına, bilgisine güvenmeyen herkes, liderleri taklit ediyor. Diller sertleşiyor, mesafeler artıyor, gözler buluşmak bir yana, birbirlerinden kaçıyorlar. İletişemiyoruz.
Oysa biz her eğlencenin sonunda, omuz omuza halay çeken bir kültürden geliyoruz. Yanımızdakinin kim olduğuna bakmadan, birbirimize uyumsuz adımlarımıza hiç takılmadan, omuz omuza eğlenen insanlardık. Yine aynı şekilde, imeceyle çalışırken, o sırada kimin sesi daha yanıksa, onun türküsünü herkesin dinlediği bir dayanışmamız vardı.

Diyorlar ki, "inadına" hayat tarzınızı değiştirmeyin. En çok Tuna Kiremitçi'nin "En sağlam direniş, kalbi temiz tutmaktır" sözü umut veriyor. İyi ama neden direnmek zorunda kaldık? Neden özgüvensiz liderlerin ciddiyet maskelerine razı oluyoruz? Neden vasatizmin renksizliğinde, neden sanatın kuraklığında, neden bilimin sessizliğinde, ve neden düşüncenin otosansüründe gönüllü mahpuslara dönüştük?

Artık birisinin kral çıplak yerine, bütün yöneticiler vasat deme zamanı. Vasat oldukları için rol yapıyorlar. Ve kusurlarını saklamak için, neşesizliği, renksizliği, kuraklığı, sessizliği ve otosansürü, bizlere de bulaştırmaya çalışıyorlar. Güleryüz, şefkat, hoşgörü, nezaket de yok da, en kötüsü, bütün toplum bunları örnek almaya da başladı.
Yine de son referandum umut verdi. Yapılabilecekler olduğunu, bunun bir kader olmadığını gösterdi. Nobran ya da kaba değil, ama zarif ve nazik, kurnaz değil, ama gerçekten zeki siyasetçiler, önümüzdeki dönemde, o güzel atlarıyla geri de dönecekler.
Ve zekasına, bilgisine ve siyasi tezlerine gerçekten güvenen, bu yüzden komplekslerini halka empoze de etmeyen bu siyasetçiler ve siyaset tarzı, özlediğimiz neşe, eğlence, dayanışma ve huzuru geri getirecek.