"Cemaat kazandı"!...  Gazetenin 6. Sayfasının üst sağ köşesinde ve iri puntolu başlık bu. Üstünde daha küçük punto ile : "AKP, Yargıtay'daki Birinci Başkanlık Kurulu seçimlerini kaybetti" diye özetlenmiş bir haber!..  Gazete haberi birinci sayfada "Yarışan hukuk değildi" yorumunun altında "Yargıtay'da seçimi cemaat önde bitirdi" başlığı ile vermiş. Paralel diye kısaca şifrelenen yapının iki kanadından biri kazanmış, diğeri kaybetmiş(!)... Eskilerin tekerlemesi düştü aklıma; "ha Ali Veli, ha Veli Ali"... 
Yargının en üst makamında yer bulmak için paralel yapının kanatlarından birinde olmanın gerekliliği çıkıyor buradan...  "Yeni" dedikleri Türkiye bu...  
Malumun da ilanı aynı zamanda; "yargı bağımsızlığı", "kuvvetler ayrılığı" gibi kurumlar artık yok hükmünde... Başka deyişle, demokrasi için gerekli kurumları getirip, işleyişteki sıkıntıları aşamayan önceki yapı fiilen tasfiye ediliyor. İşleyişi bozanlar, artık bozulan yapıda mimarlık görevini üstlenmekteler... "Yeni Türkiye"lerini birlikte inşa ediyorlar... Bazen paslaşarak, bazen restleşerek...
Siyaset etrafındaki çatışmalarını kazanmak, kaybetmek üzerine oturtmuş bir kültürün yansıması olan haber başlığından gözümü ayırmadan yazıyorum bu satırları. Aslında kaybeden hepimiziz!... 
Rejim bir şekilde bizleri de içine çekerek dönüştürülüyor. Rejim karşıtlarının verdiği adı ile "Yeni Türkiye"nin resmen ilanı için hedefledikleri tarih de belli: 2023. Cumhuriyet'in yüzüncü yıl dönümü... Cumhuriyet rejiminin içi her geçen gün biraz daha boşaltılıyor. Din ve etnik temelli siyasetle önce fikren, sonra coğrafi olarak bölünen bir ülke profili var satranç tahtasında.
Seçim seçim diyerek getirildik buralara... Önümüzde yine bir seçim var. Ülke kaderinin belirlenmesinde ne kadar katkımızın olacağı konusunu seçim öncesi ve sonrası süreçlerde etik sorunlar ile sandık güvenliği ve SEÇSİS hakkında kuşkularımızı saklı tutarak düşününce; ne istediğimiz konusunda belirleyici olmak için artık hiçbir seçeneğimizin kalmadığının bilincinde olarak, kararımızı "kimi istemediğimizin değil"; "neyi istemediğimiz" üzerinde odaklanarak vermek durumundayız. 
Demem o ki, bu noktada sandığa gitmemek bir seçenek değil. 
AKP'nin Başkanı Çankaya'ya çıkarsa; boş ve dolu oylar toplamı ile her gün "Ben halkın oyu ile geldim", "Ben millet iradesiyim" diyerek, iplerini elinden bırakmayacağı partisi aracılığı ile hazırlattıracağı anayasa ile fiilen oluşturulan İslami dikta rejimi resmileştirilecek. Dikkat ediniz meşrulaştıracak demiyorum...  
Bu arada çatıyı çatamadı diye suçlanan partilerin başkanlarını göndermek için düğmeye basılacak, hatta bunu öncelikle iktidar yandaşları körükleyecek ve parti içi mücadele ile biraz daha kan kaybetmiş muhalefet cephesi ile Türkiye çok parti örtüsü altında iki partili bir yapıya evrilecektir... İkinci partinin etnik siyaset yapan parti olacağını görmemek için kör olmak gerekiyor. Bu yüzden eski (!) Türkiye'yi temsil eden partililerin eski alışkanlıklar ile siyaset yapma lükslerinin kalmadığını görerek yeni stratejiler için daha fazla gecikmemeleri gerekiyor. Bu satırlar üzerinde düşünmek için, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde hangi partilerin propagandaları yapılabiliyor bir bakınız!... Çok önce yazdığım gibi, Türkiye birbirine benzer iki partili sistemle Başkanlık adı altında, Başkancı sisteme evriliyor... 
Neyi istemiyoruz? Bu konuda kitaplar yazılsa yeridir. Özetle rejimimizin daha fazla başkalaşmasını istemiyoruz. Yukarıda kısaca özetlenen senaryonun gerçek olmasını istemiyoruz. Öyle ise, - neyse ki - giderek cılızlaşan boykot çağrılarına kulaklarımızı kapatarak, haksız rekabet ve iktidar olanakları ile Çankaya yokuşunu tırmanana geçit vermemek adına  tek çıkış yolumuz var: muhalefet cephesinin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'na oyumuzu vermek. Bu konuda  yapılacak her türlü propagandaya kulakları tıkamak... Çünkü ortalık seçim günü yaklaştıkça alevlendirilecek, fitili özellikle iktidar yandaşı kalemler ateşleyeceklerdir. 
İhsanoğlu gelirse ne olur? Onu bilmiyoruz... Ancak AKP'nin adayı seçilince neler olabileceğini az çok tahmin edebiliyoruz. Çankaya'ya kim çıkarsa sorgulanamayacak. AKP Başkanı çıktığında onu şikayet edecek bir kişi ya da kurum yok. İhsanoğlu'nun söylemlerinin dışına çıktığı durumda, kendisine kefil olan iki muhalefet liderine soru sorabileceğiz. Liderlikleri bitse bile yaşam boyu verdikleri karardan sorumlu tutulacaklar...
Öyle ise?!... 
Dünya ülkeleri bilim, sanat, spor.... alanlarında  attıkları imzalarla başarıları ile gündeme gelirlerken, Türkiye kısır siyasete kilitlenmiş, dünyaya giderek koyulaşan dikta rejimi ile malzeme olmakta. Bu iç karartan görüntüden kurtulmak için bir fırsat olur mu bilemeyiz, dikta heveslilerinin heveslerine fren koymuş olmak da yabana atılacak bir sebep olmasa gerek... 
Çankaya'yı ipotekten ancak oylarla kurulacak bir barikatla koruyabiliriz. 
Kimi istediğimiz konusu artık başka süreçlere kaldı. Böyle bir ortamın Türkiye'de oluşabilmesi için, öncelikle aklımız da dahil tüm tutukluluk hallerinden sıyrılmamız gerekiyor.
Neyi istemediğimiz konusunda samimi bir sıralama, kimi istemediğimizi de ortaya çıkaracak. Seçim günü, gelecekte nelerin yaşanmasını istemediğimi düşünerek, çatırdatılarak çatılan çatıyı tamire gideceğim. Kendi adıma bulduğum çıkış yolu bu... Başka seçeneğim yok. Aksi halde, anayasanın tanımladığı Cumhurbaşkanı yerine, kendi kafasında yarattığı yeni bir makam icat eden kişiyi Atatürk'ün koltuğuna oturtmak için oy verenlerden bir farkım kalmayacak, dolaylı katkı vermiş, bir önceki seçimlerdeki "yetmez ama evet"çilerin rolünü üstlenmiş olacağım. 
Bu halk oy(a)lamasında oyum Ekmeleddin İhsanoğlu'nun...