Geçen iki yazımda bahsettiğim "Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" önemli bir değişiklik yapılmadan TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu tarafından kabul edildi. Bundan sonraki aşama tali komisyon olarak Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu, Çevre Komisyonu, İçişleri Komisyonu da raporunu verecek ve tasarı Meclis Genel Kurulu'na gelecek. Tasarı özet olarak suyu kaynağından başlayarak pazarlıyor, su hizmetlerini ticari işletmeciliğe dönüştürüyor, ormanlardaki ağaçları dikili halde piyasaya satışa çıkartıyor, orman alanlarını neyi depolanacağı belli olmayan yeraltı depolarına tahsis ediyor, orman alanlarındaki kaçak yapılaşmalara af getiriyor, yenilerinin önünü açıyor.

Tasarının Meclis'te ve Meclis dışında tartışması devam ederken, Orman ve Su İşleri Bakanlığı zarfıyla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzalı bir mektup aldık. Sayın Cumhurbaşkanı ailemize hitap ettiği mektubunda; Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından uygulamaya konulan "daha yeşil bir Türkiye'yi birlikte inşa edelim" kampanyasına katkı için gönderilen Karaçam tohumunu ekmemizi öneriyor, 21 Mart Dünya Ormancılık, 22 Mart Dünya Su ve 23 Mart Dünya Meteoroloji günlerimizi tebrik ediyor, ve ailemizle birlikte mutlu, huzurlu ve sağlıklı bir ömür diliyor.

Çok teşekkür ederiz, büyük incelik. Ama sormadan edemiyoruz; Karaçam tohumunu ektiğimiz zaman, fidan haline geldiğinde ormana diktiğimiz zaman onu kim hangi yasal güvencelerle koruyacak? Meclisin gündemindeki torba tasarı ile getirilen düzenlemeler, Cumhurbaşkanı'nın mektubundaki öneri ve dilekleri ile çelişmiyor mu?
Mektupta bir cümle var ki aslında her şeyi anlatıyor; "Ülkemizin tabii kaynaklarını, koruma-kullanma dengesi gözeterek, sizlerin hizmetine ve kullanımına sunmayı sürdürüyoruz" cümlesi uygulanan politikaları özetlemeye yetiyor. Koruma-kullanma dengesi denen şeyin doğal ve kültürel varlıkların ticari metaya dönüştürülmesinin süslü lafı olduğunu yaşayarak görüyoruz. Hizmet ve kullanıma sunma tabiri de öyle bir şey, doğal varlıklardan yararlanma başka bir şey, onları kullanıma sunma başka bir şey. Sorun dilde başlıyor; doğal varlığa, kaynak denince arkasından gelen uygulamalar korumuyor. Oysa su gibi, toprak gibi, orman gibi doğal varlıklar sadece insan için değil tüm canlıların yaşamını sürdürmesi için vardır. Bunu karın, ticari kazancın kaynağına dönüştürdüğünüz zaman korumak mümkün değildir. Doğal varlıkların korunmadığı yerde sağlıklı bir yaşamdan da söz edilemez. Bugün yaşadığımız, suların, toprağın, havanın kirlenmesi, su varlığının, ormanların azalması bundandır. Ticari meta olarak üretilen enerji yüzünden dünyanın kimyasının bozulması, buzulların hızla erimeye başlaması, iklimlerin şaşırması şeklinde yaşanan iklim krizinin nedeni de bu tür politikalar değil midir?

Zarfın içinden mektup ve tohumun yanı sıra, Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın hazırladığı "Türkiye'nin geleceği için yatırım yapıyoruz" başlıklı ve "İzmir'in uzun vadeli su ihtiyacını karşılıyoruz" başlıklı iki ayrı broşür de çıktı. İzmir'in suyuna ilişkin broşürde dikkatimi çeken "İZMİR MENBA KALİTESİNDE İÇME SUYUYLA BULUŞTU" başlığı altındaki "...Hizmete aldıkları Gördes Barajı ve tamamlanan 3 adet içmesuyu tesisi ile İzmir şehir merkezine yıllık 59 milyon m3 içme suyu sağladık..." sözü oldu. Broşürde bölgesindeki yerüstü ve yeraltı suları için faaliyette olan barajlar için ciddi tehdit oluşturan Efemçukuru Altın Madeni'nden söz edilmiyor tabi ki. Bu maden işletmesi yüzünden, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tüm hazırlıklarını yaptığı 200-300 bin İzmirliye içme suyu sağlayacak Çamlı Barajı'nın yapımının Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından engellendiği de yok. Gördes Barajı'nın bölgede faaliyetteki nikel madeninin kirlilik tehdidi altında olduğu da ve hatta gövdesindeki su sızıntı nedeniyle Gördes Barajı'ndan da su gelmediği de broşürde yok. [1] Broşürde keşke Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından Manisa ve İzmir Valiliklerine gönderilen 14.08.2017 tarihli Gediz Havzasındaki yüksek arsenik uyarısı ile bölgede yeni jeotermal ve madencilik izinleri verilmemesini içeren yazısından da söz edilseydi. (Bu konuyu bir başka yazıya bırakalım).
Keşke mektupta bütün bunlar da olsaydı.

İzmir broşüründe yazılanlara ilişkin İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin, Başkanı Sayın Aziz Kocaoğlu'nun bir sözü olacak mı?

[1] <http://www.haberekspres.com.tr/gordes-su-koyuverdi-izmir-susuz-makale,4758.html>


* Bir de milyonlarca sayıda gönderilen mektup, zarf ve broşürlerin maliyetini merak ediyorum, bunun için kaç ağaç feda edildi acaba?