1982 Dünya Kupasından beridir tam 32 yıldır tüm Dünya Kupası maçlarını izlemiş biri olarak en keyifli Dünya Kupası olarak kabul ettiğim 2014 Dünya Kupası eleme maçları ile Brezilya'da devam ediyor. İkinci turun ilginç eşleşmelerinden biri Almanya ile Cezayir arasında oynanılacak. Tüm dünya kupaları maçları içerisinde utanç maçı olarak hatırlanan şikeli Almanya-Avusturya maçının mağduru Cezayir 32 yıl sonra rövanşı almaya çaba gösterecek. Karşılaşmanın Ramazan ayı içerisinde oynanılacak olması sebebiyle; tüm oyuncuların oruç tutacağını sandığım Cezayir'in fiziksel performansı da merak edilen bir başka bilinmez olacak.

Futbol ve İslam denildiğinde dünyada en çok üzerine makale yazılmış ülkesi İran'dır. Dünya kupaları tarihindeki tek galibiyetinin devlet tarafından 'Şeytan' olarak nitelendirilen ABD'ye karşı olması ilginçtir. Bu yıl da galibiyet almadan evine dönmek zorunda kalan İran'ın maçlarında tribün görüntüleri ise bizi düşünmeye sevk etti. Bizim Lig Tv kameramanlarını aratmayan Brezilya rejisi maçlarda tribünlerdeki ilginç görüntüleri ve güzel bayanları sıkça ekrana getiriyor. İran tribünlerinde başı açık, kısa kollu formalı bayanların görüntüleri beni şaşırttı. Çünkü İran'da 1979'da İslam Devrimiyle kadınların statta maç seyretmeleri yasaklandı. Buna rağmen de bazı kadınların erkek kılığında ceza almayı göze alarak da maç seyrettikleri bilinir. Ama kısa kollu forma ve güzel görünümleri ile asla buna İran'da cesaret edemezler.
Humeyni; gelişen modern dünyaya uyum(!) sağlamak için 1987'de kadınların maçları televizyon'dan izleyebilecekleri fetvasını verdi. Ama 1997'de asıl devrimi İran Milli takımı ile İranlı kadınlar gerçekleştirdiler. Dünya Kupasına İslam rejimi sonrasında ilk defa katılma hakkını bu tarihte kazanmıştı İran. Oysa Avustralya karşısında maçın büyük bölümü Tahran'daki kutlamaların kontrolden çıkabileceği endişesi ile hükümetin talimatıyla düşük tempoda oynanmıştı. Fakat deplasmanda son on dakika içerisinde bulunan 2 gol, İran'ı 18 yıl sonra ilk kez finalist yapıyordu. Gerçekten de hükümetin endişesi gerçek oldu. Gençler arasında kutlamalar 'kızlı erkekli' idi. Hatta bazı kadınlar hicablarını fırlatıp atarak başları açık partilere katıldılar. Basici adı verilen dini paramiliter birlikler(Gezi direnişindeki eli sopalıları hatırlatıyor) gösterilere son vermek için olay yerine geldiğinde cümbüşe katılmaya ikna edildiler.

Hükümet; heyecan azalana kadar takıma Dubai'de tatil ödülü verdi ki karşılama biraz soğusun. Radyolar laik kutlamalara karşı vatandaşları Allah'a tövbe etmeleri konusunda uyardı. 'Değerli Bacılarımız' diye başlayan mesajlarda onlara kutlamalar sırasında evde oturmaları salık verildi. Bunlara rağmen; kutlama gününde binlerce kadın devletin uyarılarını dikkate almamış ve kutlamaların yapılacağı stadın kapılarında toplanmıştı. Polis onları stadyuma almayı red edince; 'Biz bu milletin parçası değil miyiz? Biz böcek değiliz!' diye bağırmaya başlamışlardı. Polis 3000 kadının özel ayrı bir bölüme almayı kabul etti. Arta kalan 2000 kadın ise polis barikatını zorla yarıp stadyuma girdiler. Çıkabilecek olaylardan çekinen polis insanların ölümü pahasına 'kahramanlık destanı' yazmak yerine kadınların girişini izlemeyi ve yenilgiyi kabul ettiler. Franklin Foer'e göre futbol devrimi; Orta doğu'nun geleceğine açılan anahtarı elinde tutuyor.

Fakat ABD'nin istediği futbol devrimi tam olarak bu değildi. BOP ve yeşil kuşak projelerinde 'laik milliyetçilik' Orta Doğu'daki en büyük düşman olarak görülüyordu. Cemal Nasır, Kaddafi, Hafız Esad, Saddam laik milliyetçiler olarak birer düşmandılar. Ilımlı İslam Yeşil Kuşak projesiyle Recep Tayyip Erdoğan Büyük Orta Doğu Eşbaşkanlığı görevine getiriliyordu. Bugün gelinen noktada IŞİD gibi bir vahşi canavarın yaratılması bu projelerin sonucudur. Bölgeye insanlık ve demokrasi getireceğini ilan edenler ve bunlara yardakçılık yapanlar bu vahşete çıkarlarına hizmet ettiği sürece göz yumacaklardır.
ABD'nin baş düşmanı olarak 'Laik milliyetçilik' olduğunu saptamasını paylaşmıştım. İlginç şekilde Türkiye'de de muhalefet laik milliyetçi eksende toplanmaya ve güç kazanmaya başlamıştı. Özellikle cumhuriyet gösterileri ve gezi direnişinde laik milliyetçiler ön saflardaydılar. Bülent Ecevit'in 'Avrupa insanının sol anlayışı ile bizimkinin aynı olması mümkün olamaz. Bir tarafta sömüren ülkelerin solculuğu var diğer tarafta biz kendi ulusal sol anlayışımızı hayata geçirmeliyiz' saptaması giderek yaşam kazanmaya başlıyordu.

Muhalefetin bu yönde güçlenmeye başladığı noktada Cumhurbaşkanlığı seçimi için Recep Tayyip Erdoğan'a karşı yarışacak olan ismi belirleyen iki büyük muhalefet partisinin seçimini iyi analiz etmek gerekir. Kendisinin iznini almadığım için sosyal medyada bu süreci en güzel özetleyen bir dostumun sorusunu sizlere sormak istiyorum. Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy vermezsek Recep Tayyip Erdoğan'a oy vermiş olacağız. Peki; ya Ekmeleddin İhsanoğlu'na oy verirsek kime oy vermiş olacağız?