İki gün sonra Cumhuriyet'in kuruluşunun 90. yıldönümünü kutlayacağız. Devrimlerinden güç aldığımız Cumhuriyetimizi kutlamak, devrimleri ve o muhteşem gelişimi anlatmak ve yaşatmak hepimizin görevi olduğu düşüncesindeyim. İlkokuldan aklımdan kalan cumhuriyetin özgürlük olduğuydu.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre özgürlük; "1- Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti.
2- Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu, hürriyet" demek.

"Bireysel özgürlük" kavramının tanımı şöyle yapılabilir: "Hiçbir zorlama, korku, umut, baskı, ödül alma, kandırılma ya da benzeri etkiler altında olmaksızın, kişinin kendi kendine serbestçe karar verebilmesi ve bu kararlarını uygulayabilmesi durumu."

Nesnel özgürlükleri tanımlarsak; "a) Politik özgürlük: Herhangi bir toplum yönetim biçimini, herhangi bir politik örgütün amaçlarını ve sistemini dilediğince benimseyebilmektir. Ancak bu özgürlüğün gerçekten 'özgürlük' olarak nitelenebilmesi için, bireyin, benimseyişlerine körü körüne bağlanarak tutsak olmaması, bunlara ilişkin amaçları her ne pahasına olursa olsun gerçekleştirebilmek üzere aşırı hırslara ve tutkulara kapılmaması gerekir.

b) Sosyal özgürlük: Dilediği yaşam biçimini, uğraşlarını, eğlencelerini, meslek ya da sanatını, sosyal ilişkilerini seçebilme, toplumdaki her türlü olanaktan yararlanabilme hakkına sahip olmaktır.
c) Ekonomik özgürlük: Çağın uygarlık düzeyinin gerektirdiği ölçüde sürekli bir kazanç olanağına sahip olmaktır. Bu özgürlüğün bir diğer tanımı da 'parasal değerlere ve çıkarlara tutsak olmamak' şeklinde verilir.
d) Davranış özgürlüğü: Hiçbir baskı ve etki altında olmaksızın, başkalarına da zarar vermeksizin, istediği zaman istediğini yapabilmektir.

e) Söz özgürlüğü: Düşünce ve görüşlerini kendine saklamak zorunda olmamak, başkalarının da hak ve özgürlüklerine engel olmaksızın bunları sözle ve yazıyla açıklayabilmektir."
Cumhuriyetin kurucusu ve özgürlüklerimizi bize armağan eden Atatürk'ün düşünce derinliği ve berraklığı etkileyicidir. Onun bir özelliği de, bir bakışta geniş ufukları kavrayabilme yetisidir. Atatürk'ün en belirgin niteliklerinden biri, belki de birincisi gerçekçiliğidir. Gerçekçiliği, sadece belirli bir durumun olanakları ve koşulları için geçerli değildir. Zaman unsurunu da devreye sokmakta, zaman dilimlerine yayılarak davranış ve tutumunu yönlendirmektedir. Bu bakımdan, Atatürk'ü, temelinde gerçekçilik yatan fakat kapsamı daha geniş olan bir "zamanlama ustası" olarak nitelemek, tam anlamıyla yerine oturmuş bir saptama olur.
J. J. Rousseau'yu iyi inceleyen Atatürk, onun "iktidarın halktan kaynaklandığı" görüşünü kabul etmiş, fakat çoğunluk despotluğuna yol açan fikirlerine katılmamıştır. Atatürk, "çoğunluk diktası" tehlikesine de şu sözlerle dikkati çekmiştir: "Milletler egemenliklerini, geçici olarak da olsa, tevdi edecekleri meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Çünkü meclisler dahi despotluk yapabilir. Ve bu despotluk, bireysel despotluktan daha tehlikeli ve yok edici olabilir."

O zamanın modern dünyasına uygun şekilde, halkı yüceltecek, cahilliğin önüne geçecek, memleketi bilimsel gelişmelere açık hale getirecek ve kadın erkek herkese özgürlüğün kapılarını açacak bir yaratıcılık izlemişti. Onun yaratıcılığını bir ressam ile karşılaştırırsak Atatürk'ün bir resim yaptığını, neyin resmettiğinin belli olduğunu fakat resmin boyanmasının henüz bitmediğini söyleyebiliriz. Her gün elinde fırçası ve boyaları, yaptığı resme ilavelerde bulunmaya, resmi güzelleştirmeye ve bir şaheser yaratmaya devam edecekti.

Atatürk bir zamanlama ustası olarak, ilerde yaşanabilecekleri çok önceden saptayıp eserini gençlere emanet etmişti. Ya bugün? Onun yaratmaya çalıştığı şaheser tablo, onun hayallerine göre mi resmedilmekte yoksa o tablo yok edilmeye mi gayret edilmektedir? Bunu ayırt edebildiğimiz ve emanetimize sahip çıktığımız zaman Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.