Hani o bildik ezberimizin dışına çıkmak istiyorum. Cumhuriyet aydınlıktır demek yerine, içinden geçtiğimiz süreç üzerinden, bizi biz yapan değerlere, eritilen tutkallarımıza değmek dokunmak istiyorum.            
Her geçen gün kemirilişine, sahipleniyor gibi yok edilişine tanıklık ettiğimiz, başkalaşan Cumhuriyet'le ilgili ilk yazım değil bu. Biz onu içimize Atatürk ile birlikte giymiş bir nesiliz. Yaşıyor, soluyorduk, meşalemiz diyor, sonraki nesillere daha güçlü Türkiye bırakmayı hedefliyorduk. "Yurtta sulh, cihanda sulh" idi hedefimiz.
              
Fena halde savrulduk... Üstelik, büyük bir projenin batağına sürüklenen ülkeler için umut olabilecekken, aynı batağa çekilerek kendimiz için endişelenir, hatta onlardan daha yalnız hisseder olduk.
              
Demokrasi ile aralanan kapıdan sızarak, "din" üzerinden ilerletilen siyasetin alanı genişletildikçe, hem demokrasiden hem de Cumhuriyetin temel felsefesinden uzaklaştırıldık.
              
Tüm ülkenin; "en büyük bayram" diyerek günler öncesinden hazırlıklara başladığı, heyecan dolu kutlamalar yerini, her yıl getirilen yeni kısıtlara bıraktı. Resmi kutlamalar biçim değiştirdi. Mesafeli, soğuk, zoraki bir çerçeveye oturtuldu üst katmanlara yerleşenlerce... Bilinçli yurttaş hala coşkusunu koruyor. Dirençli yurttaş girişimleri sayesinde yaşatılıyor bayram geleneğimiz.
              
Her yıl bir yenisi getirilen kısıtlara karşın bayramın yaşatılıyor olması, Cumhuriyetimizin değerlerini yaşayıp, soluduğumuz anlamına gelmiyor. Çok uzun bir süredir, her kutlama sürecinde hep kurumsal kayıplarımızı yazıyoruz.
             
Bir yürüyüş furyası içinde sadece sözde kalan, beyinlerden, yaşamlardan uçup, ayaklara düşen ve giderek yokluğu daha fazla hissedilen "adalet" başta olmak üzere kurumsal kayıplarımız çoğalıyor.
             
"Hukuk niçin var?" Anayasa derslerinde öğrencilerime sorduğum ve tam yanıt hiç alamadığım bir soru.... Düzenlemek, sınırlamak ve  korumak için!...
              
Düzenleme, hepimiz için düzen yaratmak, huzur ve barışın kurulması, birlikteliğin sürdürülmesi için. Sınırlama, yönetenlerin keyfiliğe kaymasını önlemek için... Koruma, yurttaşlara özgür bir ortamda yaşayabilmesi için devletçe yasalarla sağlanan güvence. Demokrasi bunları vadeder; hukuk sağlamlaştırır... Yasalar yönetenlerin kalkanı değildir demokratik hukuk devletinde. Yurttaşların güvencesidir. Yasalar yönetenin kalkanı olup, yönetileni korkutur, kısıtlar hale gelmişse, orada "demokrasi" yoktur. Keyfilik, yasayı çıkaranın hükümranlığı vardır. Devleti yönetenler gücünü halktan değil, halkı zorladıkları yasalarından alıyorsa, meşruluğunun temelini halkın sevgi ve saygısından çok, halkın korkusuna dayandırmış demektir. Böyle bir yönetimin anayasası olsa bile yönetim anayasal değildir. Anayasal devlette yurttaş hakları hukukla güvence altındadır, yasa devletinde, yasayı çıkaranın yeridir güvence altına alınan.
           
Tüm bunları Cumhuriyet sayesinde öğrendik. Osmanlı'da tebaa, nasıl yönetildiği konusunda kafa yormazdı. Moda deyimle, itaat ederdi. Rahat eder miydi?!... Bu kısmı sözün üstatları yanıtlasın!...
           
Demokrasinin kapısı Cumhuriyetle aralandı. Ve biz 1960 sonrasında 1961 Anayasası ile tanıştık hukuk devleti ile... Öncesi demokrasi sancısı idi. Ve kesintili olan demokratik süreçti. Şimdi kesinti, aşama aşama zamana yayılarak Cumhuriyet'e uygulanıyor. Cumhuriyet derece derece dönüşüyor. Rejim değişti/değişiyor. Meclis'in müftülüklere (dolayısı ile imamlara) nikah yetkisi tanıması da bu dönüşümün bir parçası.
          
Artık hiç kimse Cumhuriyetin bel kemiği laiklikten söz etmiyor/edemiyor. Ne yazık ki bu; laik/anti-laik ayrışmasının ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Laiklik karşıtlarının mevzilerini genişletip, laikleri baskıladıkları, süreci yakından izleyenlerin malumu. Geriye doğru adımların hızlanmasının da sebebi laiklik karşıtlarının devlet kadrolarına yerleşmiş olması. Laikliği "dinsizlik" tanımlaması ile çarpıtan siyasetin ezberinden giderek destek çıkanlarla dindarlık çoğaltılmadı, din bezirganlığı ve dini kullanarak yer edinme attı.
          
"Dindar" olmakla "dinci" olmak, dini kendi dünyasında yaşamakla, dini kullanmak arasındaki derin fark, günümüz Türkiye'sinin dünden daha büyük bir açmazı şimdi. Dinin yeri vicdandı. Vicdandan çıkıp, siyasette ilerlemeye alet edilince, kapsama alanı genişletilerek araçsallaştırıldı.
            
Din vicdan ile sınırlı ise, özgür bireysiniz, vicdandan çıkmışsa, kimin elindeyse, onun tutsağı, kulu olmuşsunuz demektir. Padişahlık varken, padişahın kulu, tebaası kabul edilen Müslüman topluluğun, Cumhuriyetle özgür yurttaş kimliğini kazanması, ülke yönetiminde söz sahibi yapılması, karar süreçlerine katılma hakkının kazanılması, bunlar çok önemli kazanımlar.
            
Bugün seçimle gelenin seçimle gidemediği süreci, 94 yıl önce kurulan Türkiye'nin reddi üzerinden atılan adımlardan okumalı. Demem o ki;  "Cumhuriyetle hesaplaşma"nın bedeli, sadece sahiplenenlerle sınırlı değil. Bakınız; iktidar kanadının belediye başkanları  Cumhuriyet sayesinde edindikleri  yerlerden, cumhurun iradesine ipotek konularak gönderilmekteler. Tek seçiciye indirgenince siyaset; kaçınılmaz sonuç bu oluyor. Siyasete katılmanın yerini katılamama alıyor. Yerler atama ile belirlenir oluyor. Sıranın muhalefet partisi belediyelerine geleceği herkesin dilinde. Yanlışı durduramayınca, kapsama alanını genişleten olarak buluyor "seyirci yurttaş" kendisini. Çarpıklıkların içinden doğru ve iyiye çıkışımızı;  özlü ve güzel sözlere bel bağlayarak düşleyenlere duyurulur.
         
İyilikler dileyerek değil, gerçekle acıtırcasına yüzleşerek çözebiliriz sorunlarımızı.
          
Çeşitli vesilelerle muhalefet etrafında yaratılan umut havası ile oyalanarak sürüklendiğimiz yerde artık yaşayamadığımız, hamasi sözlerde kalan, görünüşte kutlamalarla geçiştirilen ve her geçen gün bir gün öncesini aratan, örtme işlevini büyük ölçüde muhalefetin üstlendiği büyük dönüşümle başkalaşan rejimimizden söz ediyorum.
          
İyimserlik, beklenti, umut.... bunlar güzel ama dayandırıldıkları temelin sağlam olması koşulu ile. Süreci, kendisini de içine katarak tüm yalınlığı ile ortaya koyacak bir muhalefete gereksinim var. Umut aşılayarak sürece destek olmanın sonuna gelindiğinin farkında olan akıllarla donatılmış kadrolarla yola çıkarak iyiyi bulabileceğiz. Parti parti gezerek her konjonktürde yer arayan/bulanlarla değil.
        
94. yılı kutlu olsun, en büyük bayramımızın. Bayramı sahiplenmek, yurttaşlık ve birliktelik bilincimizin göstergesi.  
        
Birileri şekerli elmayı yemiş ve elimizde sopası kamış gibi hissedişimi lütfen mazur görün. Hiç küçümsemiyorum, Cumhuriyet sevdalılarının bayramımızı yaşatma girişimini. Hatta içinden geçtiğimiz süreçte büyük cesaret, kimliğini Cumhuriyet ile tanımlamak.
         
Kim bilir, belki de çocukluğumdaki bayramları, demokrasiye dair umudumuzun olduğu süreçleri ve hukukla sağlamlaştırdığımız haklarımızı, özgür ve gururlu yurttaş olmanın onurunu hep birlikte paylaşmayı özlüyorum. Bayramları yaşatma çabasına indirgenen değil, kazanımları ile yurttaş ve ülke olarak güçlendiğimiz/gücümüzü koruduğumuz bir Cumhuriyet özlemi diyebilirsiniz. Tıpkı kuruluş yıllarımızda olduğu gibi...
          
Yaşamak, solumak yerine, özleminin yükünü taşımak!.. Her geçen gün daha sıkılaşan cenderenin dışında kontrollü bir alanda "-mış gibi" yaparken farkındalığın üzerini örttüklerinin farkında olmayanlara tanıklık etmek. Gerçeği göstermeye çalışırken, umut dışında hiçbir şeye tutunmamışların ağır eleştirilerine maruz kalmak!... Hepimiz için zor bir süreç ama iyimserlikle baş edilecek gibi değil... Tabloyu çekinmeden tüm netliği ile görmek ve göstermek üzerine kurullu bir muhalefet anlayışına acil gereksinim var. Bunu göremiyorsak, hiçbir şeyi göremiyoruz demektir.
         
Bu yazı, haksızca itham edilerek tutuklanan, mahkum edilen, bedel ödeyen, uğrunda canlarından olan, sahiplenmek için hala var gücü ile direnen tüm Cumhuriyetçi ve Atatürkçülere gitsin.
          
Varlık sebebimiz Cumhuriyetimizi yeniden solumak, yaşamak ve yaşatmak üzere!...