15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçti. 15-16 Temmuz 2016 gecesi Türkiye büyük bir badire atlattı, ülkeyi savunmaları için eğitim alan, yüksek rütbelere ulaşan, maaş alan askerler, kendilerine teslim edilen silahlarla, tanklarla sivillere saldırdılar, uçaklarla TBMM'yi dahi bombaladılar. Defalarca yazdım, bir kez daha yazayım, darbenin iyisi, güzeli, doğrusu, masumu, haklısı olmaz, darbe darbedir. Darbe demokrasiye, hukuka, hak ve özgürlüklere karşı, insanlığa karşı işlenen ağır bir suçtur, demokrasiden nasibini almış herkesin darbelere karşı durması gerekir, darbeden yana olmak o suça ortak olmaktır. Bu vesileyle 15 Temmuz darbe girişimini lanetliyorum, darbeye karşı direnenleri, o yolda ölenleri saygıyla anıyorum.

Bugün, 15 Temmuz darbe girişiminin yanı sıra başka şeyler de yazmak gerekiyor. Darbe teşebbüs halinde kalmıştı, ancak darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) kalıcılaştı. 15 Temmuz'un yıl dönümünden bir gün önce yayımlanan son Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yine binlerce kamu görevlisi sorgusuz sualsiz mesleğinden çıkartıldı. Darbe girişiminden sonraki bir yıllık OHAL döneminde çıkartılan KHK'ler ile ihraç edilenlerin sayısı yüzbini çok aştı, bunun yanı sıra çok sayıda televizyon, dernek, vakıf, okul, üniversite yine KHK'ler ile kapatıldı.

Olağanüstü koşullarda yapılan işlemlerin olağan hallerden daha farklı olacağı genel olarak kabul edilir, ancak o koşullarda da ihlal edilemeyecek haklar vardır. Örneğin "hiç kimse hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı olmadan suçlu sayılmaz" kuralı yani masumiyet ilkesi OHAL döneminde de yok sayılamaz. Bunu Anayasanın 15. maddesi açık şekilde düzenlemiştir. Temel Hak ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması başlıklı 15. maddede "durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir" düzenlemesinin hemen ardından ikinci fıkrada bu durumlarda dahi "suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz" anayasal kuralı getirilmiştir. Anayasanın bu açık düzenlemelerine karşın, bir yıldan bu yana çıkartılan KHK'lerle hiçbir soruşturmaya tabi tutulmadan yurttaşlar "Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üye veya iltisakı yahut bunlarla irtibatlı" olduğu suçlamasıyla kamu görevlerinden ihraç ediliyorlar. Yurttaşlar, nerede hazırlandığı bilinmeyen listelerin KHK'lere eklenmesi suretiyle peşinen suçlu sayılıyor, mesleğinden atılıyor, yıllardır elde ettikleri, lisansları, unvanları geri alınıyor, pasaportları iptal edilerek, itibarsızlaştırma ve aileleriyle birlikte açlığa mahkum edilme cezasına çarptırılıyorlar.

En vahim olanı da yapılan bu işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının denetim yolları kapatılmış durumda. KHK ile yapılan işlemlerin davalarına idare mahkemeleri 'yanlış bir yorumla' idari işlem olmadığı gerekçesiyle bakmıyor, Anayasa Mahkemesi başvuru sayısı bile vermiyor, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu da altı ay önce kurulmasına karar verilen ancak bir türlü başvuru almaya başlamayan OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu'nu gerekçe göstererek başvuruları geri çeviriyor.
Masumiyet karinesinin yok sayılması, bunun üstüne, yapılan işlemlerin hukuki denetiminin yapılmaması yani hak arama özgürlüğünün, mahkemeye başvuru hakkını ortadan kaldırılması, hukuk devletinin yurttaşa sağladığı en öncelikli güvence olan hukuk güvenliğini ortadan kaldırmaktadır. Hukuk güvenliğinin olmadığı yerde adalet olmaz, demokrasi olmaz.
Bugün uygulanan OHAL rejimi nedeniyle kamu görevinden ihraç edilenlerin, kapatılan kurumların, cezaevinde tutuklu olanların pek çoğunun 15 Temmuz darbesiyle hiçbir alakası yoktur ve bunların hemen hemen hepsi darbelere karşı duruşu yaşam biçimi haline getirmiş yurttaşlar ve darbe karşıtı kurumlardır.

Kısacası 15 Temmuz darbe girişimi gerekçesiyle ilan edilen OHAL rejimi "olağanüstü halin gerekli kıldığı konular"ı çoktan aşmış durumdadır. Anayasanın 2. maddesinde yer alan "Hukuk Devleti" ilkesi OHAL'e rağmen halen geçerli bir anayasa kuralıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarında, "hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlet olarak tanımlanmıştır.[1] Bu tanımlamayı bugün önce Anayasa Mahkemesi, ardından devletin diğer organları, kurum ve kuruluşları ile yöneticilere hatırlatmak gerek.

15 Temmuz'un yıl dönümü etkinlikleri darbeye karşı direnişte ölenlerin anılması ile sınırlı kalacağa benziyor. OHAL rejiminde yapılan bu etkinliklerin demokrasi şölenine dönüşmesi mümkün olamadı. Kalıcılaşan OHAL rejimi, toplumun darbe karşıtı bütün kesimlerinin demokrasi paydasına ortaklaşmasına engel oldu, olmaya da devam ediyor.

Gerçekten 15 Temmuz, 27 Nisan, 28 Şubat, 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs gibi darbe ve darbe girişimlerinin bir daha yaşanmaması isteniyorsa yapılması gereken bellidir; OHAL rejimi derhal sona erdirilmeli, sorunların demokratik siyasetle çözülmesine fırsat verilmelidir, ilk adım olarak tutuklu siyasetçiler derhal serbest bırakılmalı, Meclis egemenliğin temsilcisi haline getirilmelidir. Yoksa anlatılan kahramanlık destanlarının bir anlamı, demokrasi söylemlerinin de inandırıcılığı olamaz.


[1] AYM Kararı, 1998 Esas, 58 Karar. 1999/19, K T. 27.5.1999, RG 04.3.2000, sy. 23983, s. 29.