15 Temmuz'da gerçekten ne oldu? Açıklanamayan bir çok nokta ve bu yüzden bir çok komplo teorisi var. Benim perspektifimi, 1 Ocak'ta yazdığım bir yazının üzerinden anlatayım...
Türkiye, aydınlarımız küçümsese de, dünyadaki en eski, en kıdemli devlet akıllarından birine sahip. Devlet aklı, görünenden farklı çalışır, uzun vadelidir, zaman, kaynak ve insan kayıplarını önemsemez. Görünen değişimler, görünmeyen büyük değişimlerin yanında önemsizdir. Devletlerin tarihinde on ya da yirmi yıllık parantezler de önemsizdir.
Devlet aklının yol vermediği hiç kimse yönetime gelemez, gelirse de kalamaz. Maksimize edilecek hedefler de vardır, ama devletin bekası her şeyin önündedir. Bugün çok farklı partilerden birçok siyasetçi, devlet aklının temsilcisidir. Ayrıca, dışişleri, içişleri ve milli savunma bakanlıkları, genelkurmay, istihbarat eski bürokratları, bazı akademisyen, gazeteci ve işadamları da, aynı mekanizmada görevlidir.
Özal’la başlayan, Demirel’le devam eden, Sezer döneminde duraklayan devlet projesi, soğuk savaş sonrasında gelen çok kutuplu dünyada, o güne kadar kozada güç biriktiren devletin, bağımsız bir güç odağı olma çabasıydı.
1992’de kurulan TİKA’ya yeni ulus devletlerde etkin olabilme görevi verildi. Laik Türki cumhuriyetler, Balkanlar ilk hedefti. İki hedefte de, halk nezdinde destek alındı, bugün hala var, ama devletten devlete ilişkilerde üslup hatası nedeniyle, bir güç kurulamadı.
Devlet aklı, çok kutupluluktan küresel bir kutupsuzluğa giden bir dünyada, etki alanını genişletmek için, Ulu Önder Atatürk’ün vasiyetine rağmen, İslam coğrafyasının da bir seçenek olduğunu düşündü ve Bahçeli aracılığıyla, gereksiz zannedilen bir kriz çıkartılarak, TBMM’de bulunan bütün partilerin dışarıda kaldığı, ve AKP’ye yol veren bir modele geçti.
Bu dönemde TİKA çok güçlendi, ve başına da şimdiki MİT müsteşarı getirildi. Amaç etki alanını büyütmek ve bağımsız bir kutup olmak olduğu için, Afrika da çalışma masasında yerini aldı.
AKP başta devlet aklına uydu. Hem hiçbir bilgi, deneyim ve vizyonları yoktu, hem de siyasi açıdan tehlikedeydiler. Devlet aklına uygun olarak, Batı’yla, ABD ve AB ile iyi ilişkiler kurdular, demokratik reformlar yaptılar. Toplumdaki dindar kesimleri de, laik ama Müslüman bir devlet perspektifine uygun olarak desteklediler. 1 Mart tezkeresi, devlet aklının AKP üzerindeki gücünü göstermesi açısından çok önemlidir.

Gül’ün seçildiği cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önce, devlet, cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olmasının, laik görüntüye zarar vereceği vizyonuyla, bunu engellemeye çalıştı. AKP artık kendisine güveniyordu, ve devlet aklına meydan okudu. Ve kopuş başladı.
Aslında Gül, devlet aklına uygun davranan biriydi, ve onun döneminde devlet, bir zarar görmeyeceğini düşünerek, sadece bekledi. Fakat AKP, BOP projesinin eş başkanlığına inandırılmış RTE yönetiminde, laik ve Batı yanlısı vizyonu terk etmeye başladı.

Bilgisiz ve vizyonsuz, ABD ve AB sempatizanı danışmanların yönlendirmeleriyle, güya devletin etki alanını güçlendirmek için, “kandırıldı”. Bu dönemde devlet AKP ile çatışmadı. Evet, laiklik ve çağdaşlık vizyonunda kayıplar vardı, ama sonunda başarısızlık olsa bile, daha önce laik olduğumuz için nüfuz edilemeyen İslam coğrafyasında halk desteği kazanmak da mümkündü.

Davutoğlu için de devletin adamı derler, belki başta öyleydi, ama sonra stratejik yavanlık takıntısı nedeniyle, devlet aklına ters davrandı. BOP eş başkanlığının İslam coğrafyasına etkisiyle, İslam dünyasının liderliğine ulaşma hayali, hem RTE, hem AKP tarafından, mesnetsiz olsa da, büyük bir fikir ve ideal olarak pazarlandı.
Arap baharı, RTE’nin Mısır’da laiklik önermesi gibi devlet aklına uygun olan açılımlarıyla, hem Arap ülkelerinde, hem de BOP açısından, büyük düşüş öncesindeki zirveydi. İşte tam o aşamada, Atatürk’ümüzün “Arap ülkelerinin içişlerine karışmayın” vasiyeti yok sayıldı, mezhepçi politikalarla Sünni gruplar desteklendi.
Bu devlet aklının kabul edemeyeceği bir şeydi. Hem ülkemizdeki demografik mezhep yapısı açısından, hem de etki alanımızı genişletmek yerine, çok daraltacağı görüşüyle, devlet RTE ve AKP’ye “dur” dedi.

Devlet, RTE’nin cumhurbaşkanlığını tehlikeli buluyordu. Birçok zaafı vardı, ve “kandırılmaya” çok açıktı. Bu yüzden FETÖ aracılığıyla ve yolsuzluk soruşturmalarıyla engellenmeye çalıştı. Yani devlet, aslında o aşamada FETÖ’ye de yol verdi.

Mezhep çatışmasını engellemek için, aslında devlete çok yakın olan Baykal, alevi Kılıçdaroğlu’yla değiştirildi. Ama FETÖ bu destekle, ordu içindeki bağımsız devlet yanlısı, vatansever, laik kim varsa, kumpaslarla onları pasifize edip, kendi kadrolarını öne çıkardı.
Devlet aklı, RTE ve AKP’yi aşmak için kullandığı FETÖ’den büyük bir darbe almıştı. Şimdi iki hedefi de kontrol altına almalıydı.
Önce FETÖ’yü RTE ve AKP ile kontrol için devlet daha önce kullanmış olduğu Gladyo artığı grupları cezaevlerinden çıkardı. Yargı ve içişlerindeki FETÖ örgütlenmesini de yine RTE ve AKP aracılığıyla minimize etti. Ama asker içindeki örgütlenmesini es geçti. Çünkü 15 Temmuz RTE ve AKP’yi kontrol için gerekliydi.
Haziran seçimlerinden sonra Bahçeli, koalisyon hükümetlerini engelleyerek yine devlet görevi yaptı. Ben de dahil, hepimiz kızdık, ama devlet aklı, güneydoğudaki hendek savaşını öngörmüştü, ve HDP’li bir koalisyonun risklerini istemiyordu.

1 Kasım seçim sonuçları herkes için şok oldu, ama devlet memnundu, hem tamamen ABD yanlısı olan ve ülkeyi bağımsız bir güç olmaktan alıkoyan FETÖ’yü ezmek, hem de AKP’yi kontrol etmek istiyordu.
Bu çerçevede, devlet, RTE’den Davutoğlu’nun gitmesini istedi. Çünkü Davutoğlu, etki alanını arttırmak bir yana küçülten, ve artık etki alanındaki ülkelerce istenmeyen biriydi. Ayrıca, fazla batı yanlısıydı, ve tarafsız ve bağımsız bir ülke olmamızı engelliyordu.
15 Temmuz tamamen bir devlet projesidir. FETÖ’ye darbe yap denmiştir. Ama aradaki o kayıp saatler var ya, işte o sırada devlet, RTE ve AKP ile pazarlık yapmıştır.
Devlete bağlı vatansever ve laik kadroların darbeye katılmaması karşılığında, RTE dış politikasını ve buna bağlı olarak iç politikadaki Atatürk çizgisinden uzaklaşan üslubu terk edeceği sözünü vermiştir.

Bunun üzerine devlet de, bir taşla iki kuş vurmuş, hem FETÖ’yü bitirmiş, hem de RTE’yi kontrol altına almıştır. Yani darbe kontrollüdür, ama kontrol eden AKP değildir, tersine, AKP darbe aracılığıyla kontrol altına alınmıştır.
Yenikapı mitingi, devletin kadrolarıyla, artık iktidarın devlete ait olduğunun bir göstergesidir. Keza, dış politikadaki majör değişiklikler de tamamen devlet aklının seçimleridir.
Daha önce ABD korkusuyla izin verilmeyen güney koridorundaki askeri harekâttan, Rusya ve İran’la yeniden oyun kurucu olmaya, Kıbrıs görüşmelerinden, AB ve ABD’ye sert üsluplara kadar, tümü devlet aklının seçimleridir.

İç politikadaki yansımalarına gelince… Başkanlık sistemi de devletin seçimi, ama RTE’yle değil. Bahçeli görev adamı, ve görevini yapıyor. Mezhepçilik ve Sünnilik, iç politikada da etkisini kaybedecek. Kürt siyaseti sol cenahta eritilecek. Atatürk’ün değerleri geri gelecek.
Ama laikçi teyzeler de artık öğrendi. Eğer amaç devletimizin bekasıysa ve devletimiz etki alanını genişleterek, kutupsuz dünyada bağımsız bir kutba dönüşecekse, dindar kitleleri de küstürmeden dönüşmek gerek. Yeni bir denge kurulması gerekiyor, ve AKP ve RTE bunu kabul ettiler.
İkinci önemli değişim AKP içinde. Büyük olasılıkla en yakın seçimde, içlerindeki FETÖ’cüleri temizleyecekler. Anayasa oylaması kritik bir dönemeçti, sonrasında TBMM'deki yeni düzenlemeler için de çoğunluk lazım, bu yüzden seçim beklenecek.

Çok büyük olasılıkla, devlet, muhalefet partilerinin liderliğini de değiştirecek. HDP zaten riskli bulunuyor, ama sağlam bir muhalefet liderliği de projenin parçası. Kılıçdaroğlu yürüyüşle kendi konumunu güçlendirdi ve Akşener'in partisi de bu yüzden destekleniyor.
Devlet aklı, artık yine egemen. Küreselleşmenin iflasıyla, Trump başta olmak üzere, Brexit filan, bütün ülkeler, politikalarını ulus-devlet olarak yeniden tanımlarken, dış güçlere bağımlı ve siyasi İslamcı bir hükümetten, devlet aklıyla yönetilen bağımsız bir ülkeye dönüşüyoruz.
Hemen olmayacak, ama olacak.
Cumhuriyetimizin, ve Atatürk’ümüzün değerleriyle yeniden buluşacağız…