Bir zamanlar  zamanın Başbakanı AKM’ yi yıkıp  oraya bir opera binası yapmayı düşündüklerini  ama Taksim’e de bir cami yapacaklarını söyleyerek sanki bir eşleştirme yapar gibiydi. Bir sana bir de bana yaklaşımı ilk bakışta anlamlı gözükebilir ama bu yaklaşımı ile Taksim iki kesim için bir kültürel uzlaşma alanı haline getirilmiş gibi gözüküyordu.

Sanıyoruz böylece muhafazakarlar ülkenin bilinen meydan ya da tepelerine muhafazakarlığı çağrıştıran simgeler yerleştirmeyi hem kendi dünya görüşleri açısından ele alıyorlar hem de demokratlara meydan okumanın yanısıra, başka bir açıdan burası sizin hayal ettiğiniz gibi bir yer olmayacak mesajını vermeye çalışıyorlardı. Buna karşılık demokratlar da her fırsatta onların karşılarına kimi zaman onuncu yıl marşı söyleyerek  kimi zaman da Atatürk posterleri ile çıkıyorlar ve niyetiniz her ne ise bizlerde buradayız diyerek  panik içinde birbirlerine dert yanıyorlardı.

Ama burada vaad edilen şey  demokratlara yapılan kültürel anlamda bir jest ise bunun üzerinde durmak gerekir. Size de bir opera binası yapıyoruz anlayışının arkasında nedense  batı eğitimi ve kültürüne sahip Türklerin özellikle opera dinlediğine ilişkin bir bilgi ya da istatistik verilmiş olmalıdır. Çünkü bu konuda daha önce yayınlanmış olan istatistiklere baktığımızda ortaya şöyle bir tablo çıkıyor: “Türkiye’de insanların yüzde 96’sı hiçbir zaman opera veya baleye gitmiyor,yüzde 80’i hiçbir zaman tiyatroya gitmiyor, yüzde 73’ü hiçbir zaman konsere gitmiyor, yüzde 78’i hiçbir zaman resim yapmıyor, yüzde 84’ü ise hiçbir zaman müzik aleti çalmıyor-muş.” Bu durumda yapılacak olan Opera binası yaklaşık 3 milyon kişi için yapılıyor demektir ama ilginç olan ise, böyle  sanatsal faaliyetler sahnelenecek olan bir kompleksi bununla uzaktan yakından ilgisi olmayan 77 milyon kişinin  bunu finanse edecek olmasıdır. Bir zamanlar tanınmış bir inşaat firması  yapacağı sitede mini bir golf sahası bile olduğundan söz edince bende demek ki Türkler dövüş sporları kadar artık golf oynamaya da  ilgi gösteriyorlar diye yazmıştım. O tanıtımın arkasında söylenmeyen gerçek ise golf oynayamayanların tıpkı opera binası gibi  golf sahasını finanse edecek olmalarıydı. Gerçekten bu opera meselesi sanırım geçmişte de bir takıntı olmuştu. Nitekim 1983 yılındaki Eurovision şarkı yarışmasında Türkiye  “Opera” adlı bir şarkı ile katılmış ve o yarışmadaki en kötü derecesini almıştı. Sorunun operada değil bestede olduğu iddia edilmişti  ama bu opera şarkısı yüzünden gururu incinen insanlar belki de bu yüzden bir daha opera izlemeye gitmemişlerdir.

Şimdi bu koşullar altında operadan söz etmişken bazen dışarıya çıkıp da insanların şu bizim konuştuğumuz şeylerden ne kadar haberi var diye sormak gelir içimden. Örneğin belki sosyetik semtleri hariç tutarsak bir çok mahallede sokaktan geçen orta tabakadan insanlara “ Figaro`nun Düğünü”  diye bir şey duydunuz mu diye sorsaydık  büyük olasılıkla düğün kelimesini duyan herkes  “Benim bildiğim düğün  göbek atılan düğündür.” derdi.  Ancak anlaşılan o ki, muhafazakarların  demokratları opera, bale veya diğer klasik gösterilere merakı olan farklı Türkler olarak görme olasılığı hiç de az değildir. Ancak herkes bilir ki bu ülkede en ilerici, en demokrat ve en zengin ve halk tabiri ile söylersek en güngörmüş insanların düzenledikleri  aile düğünlerinde  başlangıçta adet yerini bulsun diye çalınan orkestra müziği veya benzeri pop parçalarından sonra  oriental müzik eşliğinde ya göbek atılır ya da halay çekilir.
.
15 milyonluk bir kentte hiç kuşkusuz opera binası ihtiyacı olabilir ve opera gibi sanatsal faaliyetlere  zaman ve para ayıracak bir kesimin yani para ile kavgasını bitirmiş, artık hayatı anlamlandırarak ruhunun yakarışlarını edebi ve sanatsal uğraşılarla dindirme çabası içinde olan sosyetik Türkler’in sayısı sadece yüzde 4 ise bu yatırım küçük bir azınlığa büyük bir ödül gibi  algılanabilir. Ama yine de “ Bir sana bir bana taksimi” bir başka açıdan adil gozükmüyor; eğer öyle olsaydı Türkiye’ de  seksenbeşbin  cami varken bırakın kültür merkezlerini, sineması bile olmayan iller ve kasabalar olmazdı. Buralarda yaşayan insanları yürürlükte olan ve artık iyi işlemediği için  2019 da değiştirilmesine karar verilen bir başka sistemde bu insanlar bırakın operada arya dinlemeyi bir sinemada film izleme kültürüne sahip olabilecekler midir ? Ya da bu insanlar sınırları dinsel öğelerle çizilmiş bir evrende hapsedilmiş gibi yaşarlarken nasıl olsa bir gün dünya değiştireceklerine yönelik bir algılama içindeki mütevazi hayatları akıp giderken, şu opera kültürü olan sosyetik Türkler gibi hiç arya dinlemeden mi bu dünyadan göçüp gideceklerdir ?

 Günümüzde özellikle  güney yarım kürenin altındaki ülkelerde  herhangi bir dinin veya inanç sisteminin yoğun propagandası sürerken, acımasız ve sadece kar odaklı bir rekabetin egemen olduğu bir ekonomik sistem icinde var olmaya çalışan ve genellikle  çevrelerinde ne olup bittiğini anlayamayan bu iyi niyetli ve dar bütçeli insanların duygusal gelişimleri sadece dinsel öğelerle süslü olmamalıydı. Kişisel görüşüm bir müzik veya tiyatro izlemenin diplomalardan bağımsız bir eylem olduğu yönündedir  ve yaşamımızın büyük bir bölümünün alışkanlıklarımızdan oluşur. Sürekli kötü bir şey yaparsanız kötü bir şeye; örneğin sigara gibi; sürekli iyi bir şey yaparsanız da iyi bir şeye, örneğin spor gibi, alışırsınız. Dolayısı ile eğer toplumun yüzde 96’ sı sürekli bir şeyi yapmıyorsa bundan hepimiz sorumlu olmalıyız.Bunu söylemek bana ABD nin 16.Başkanı olan ve 1865 de bir suikasta kurban gidene kadar dört yıl başkanlık yapan Abraham Lincoln’un bir sözünü anımsattı. Şöyle demişti: ”İyi şeyler yaparsam kendimi iyi hissediyorum, kötü şeyler yaparsam kendimi kötü hissediyorum. İşte benim dinim budur.” Sonuçta ister opera binası yapın isterseniz mütevazi bir sinema salonu açın önemli olan bir ülkede insanların kendilerini iyi hissetmeleridir ve eğer bu gerçekleşmediği takdirde insanların huzur bulacağını sanmak abartılı bir rüyadan başka bir şey olamaz.

Bugün demokrat veya muhafazakar dediğimiz zaman bile neyin kastedildiği tam açık değildir. Türkiye’deki geri kalmışlık veya ekonomistlerin daha nazikçe gelişmekte olan ülke dedikleri türden bir ekonomik sistem dünyanın başka bir yöresinde olan bir ülkeye benzemediği gibi, muhafazakarlık veya demokratlık  da aynı şekilde benzemez.Görünüşe göre demokratların her tepkisi onların kendi yaşamsal ve kültürel değerlerine saygı gösterilmesi yönünde ortaya çıkan her fırsatı değerlendirmeye yönelik bir simge olarak kullanılıyor. Bu yüzden gerek ulusal günlerde gerekse Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 kasım’larda ya da çeşitli protesto gösterilerinde  kendisini demokrat sayan herkes düşüncelerini biraz  ürkekçe de olsa ortaya koymaya çalışıyor.Nitekim Taksim’de ağaç kavgasına giren demokrat gençler arasına her fraksiyondan insan karışmışsa da demokratlar bu kavgaya sahip çıkarak bunu iktidara karşı bir direnişin simgesi haline getirdiler.Bu meydanda daha önce yapılması gereken uzlaşma bir hesaplaşmaya döndürülmeseydi elbette hem iktidar  hem de ülke adına daha kazançlı çıkılabilirdi. Ama bu kez uzlaşma yenilenecek olan Atatürk  Kültür Merkezi projesi olarak ortaya çıktı ancak demokratlara opera binası adı altında yapılan bu yatırımla ilgili olarak İktidar Partisi Başkanı ve aynı zamanda Devletin Başı  bunun on yıl önce yapılması gerektiğini  ama ne yazık ki bazı demokrat geçinenlerin  bunu önlemiş olduklarını söyledi. Eğer  bu doğruysa, bazı demokratlar belki de bu şekilde Taksim’e cami yapılmasını önlemeye çalışıyorlardı. Çünkü ülkede 85 bin cami varken bir yeni cami daha yapılacaksa, bize de opera binası yapmayıverin mi demek istediler acaba? Eğer demek istedikleri  buysa pek de haksız sayılmazlardı. Aslında bir uzlaşmadan söz ediyorsak yurtdışında yaptırılan ve gururla açılışı yapılan camiler haber konusu olurken acaba Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir kilise veya havra yapılmasına kim cüret edebilir merak ediyorum. Çünkü uzlaşma sadece dinsel veya kültürel değerlerde değil  hayatın her alanında olmalıdır. Ancak burada görülen yaklaşım halkın yüzde 4 ü ile yüzde 96 sının uzlaştırılması çabası gibi olunca ortada garip bir kaosun varlığı hüküm sürüyor ve sürmeye de devam edecektir.

Öte yandan ne okullarda ne de ortalama Türk ailesinin evinde ne opera dinlenir ne de klasik müzik. Buna karşı oldukları için değil. Böyle bir eğitim sistemi ve anlayışı olmadığı için. Bazen demokratlar bazı gösterilerde toleransın sınırlarını  zorlama cesaretini bulsalar da  ülkede demokratlar için yeni bir anlayışın ya da rönesansın temelinin atılması zor gözüküyor. Bu yeni dönemde Türkler daha fazla ağıt yakmak yerine daha fazla arya da dinleyebilirler belki bunu bilemiyoruz ama yine de bildiğimiz bir şey var. O da  J.P.Sartre in da dediği gibi  " Hayat ümitsizliğin öte yanında başlar"