Dilimizde deve ile ilgili o kadar çok deyim ve atasözü varmış ki şaşar kalırsınız. Nedenini arasanız, kimbilir eskilerde stratejik bir ulaşım aracı olarak kullanılmasın mıdır, yoksa; her türlü sıkıntıya açlığa ve susuzluğa dayanıklı oluşundan mıdır bilinmez. Yalnız atasözleri ve deyimlerle değil fıkralara konu oluşuyla da tanınmıştır deve denilen o mübarek hayvan. Bir de deve fıkrası anlatmaya başlasak bilmem ki sonunu getirebilir miyiz? O halde; deve ile ilgili bir iki atasözü ve deyimi buraya aktarıp fıkraları aramayı siz değerli okurlara bıraksak ne dersiniz? Haydi Bismillah diyerek başlayalım: "Deveci ile ahbap olan kapısını yüksek tutmalı, Deveye hörgücü ağır gelmez, Deveyi yardan ayıran bir tutam ottur, Deve var bir akçeye istemem deve var bin akçeye gelsin, Deve kini, Yok devenin nalı, devedikeni" ve daha niceleri. Ama bu yazdıklarım arasındakilerden sonuncusu aklınızdan hiç çıkmasın. Ne demek mi istedim, onu da yazımı okuyup bitirdikten sonra anlayacağınızı sanırım.

***
Ordunun on yıllık DP yönetiminden sonra 27 Mayıs'ta kansız darbe yapması ülkemiz siyasi tarihinde çok önemli yer tutmaktadır. İhtilalin sonunda yaşanan ve günümüzde bile inceleme konusu yapılan idamlar olmasaydı elbette daha olumlu yanlarıyla anımsanacak bir ihtilaldir 27 Mayıs. 1950'nin 14 Mayıs'ında çok belirgin vaatler zinciri ile yönetime gelen DP'nin on yıl içinde nasıl olup da demokratik sapmalara yönelmesi ciddi olarak araştırılmaktadır. Üstelik DP iktidarı; dünyanın ekonomik açıdan çok da gelişmekte olduğu bir dönemde yaptığı acemilikleri sıralamaya kalksak siyasi bir roman hacmini aşacak yazı hazırlamamız gerekecektir. İnanın bunlar ayrı konulardır ve bu konuları ayrıntılı bir şekilde inceleyen değerli siyasetçi Altan Öymen'in nehir kitaplarını okunmsında yarar görmekteyim.
O kitaplar okunmalı ki bilinçli bir dış politika yerine kuyruk olmayı yeğleyip Cezayir'in özgürlük savaşında göz göre Fransa'yı desteklememizin, Süveyş Kanalı'nın Cemal Abdülnasır tarafından millileştirilmesi ertesinde Fransız-İngiliz ortak harekâtına tepkisiz kalmamızın, Kıbrıs için önce "Böyle bir sorunumuz yoktur" denilip ardından "Kıbrıs Türktür" denilmesinin ve hemen ardından "Ya Taksim Ya Ölüm" sloganlarıyla mitingler yapılmasının nedenleri daha güzel anlaşılabilir.

Kişisel düşüncemi açıklamama izin veriniz. Günümüzde içinde yaşadığımız bazı açmazların o günlerden kalma olduğunu anımsıyor olanları, şimdi daha iyi değerlendirebiliyorum.
Askeri yönetim 1,5 yıllık bir aralıktan sonra söz verdiği gibi demokrasinin temel unsuru olan seçimleri yaptı. Yaptı ama sonuçlar düşünüldüğü gibi çıkmadı, herkesin beklediği İsmet Paşalı bir iktidardı. Onun yerine gene CHP Başkanı İsmet İnönü başbakanlığında DP'nin ardılı olan AP (Adalet Partisi) ile bir koalisyon hükümeti kuruldu. Ülkemiz yeni bir yönetim şekline alışmaya çalışıyordu. Üstelik iki tane askeri darbe girişimi de başarılı şekilde çökertilmişti.

Bütün bu çalkantılı ortama karşın ülkemiz, uygar ülkeler ile yarışırcasına bir çok yeniliğe de adım atmıştı. Yeni Anayasa kabul edilmiş, Anayasa Mahkemesi kurulmuş, HSYK oluşturulmuş, üniversitelere özerklik verilmişti. Yüksek Planlama Teşkilatı'nın çalışmaya başlaması ile planlı çalışma dönemine adım atılmış olunuyordu. Beş yıllık kalkınma planlarlarıyla hedefler belirleniyor yıl bazındaki sapmalar buna göre çözümlenebiliyordu. Açıkçasını yazayım; İ.Ü. İktisat Fakültesi'nde okuduğum için seçtiğim branştan bir ölçüde gurur duymaktaydım. Öyle ya; okuduklarımız, öğrendiklerimizle belki gelecekte bizler de ülkemiz için kim bilir neler yapabilecektik.
Latinlerden kalma "Tempus Fugit" diye bilinen "Zaman Kaçıyor"anlamına gelen bir deyim vardır. Öyle de oldu. 1961 yılında yapılan seçimlerden dört yıl sonra 1965 yılına gelmiştik. Seçimler süresi içinde Ekim aynın sonlarına doğru –galiba 25 Ekim'de- yapıldı. O günlerde Fakülteyi bitirmiş Polatlı'daki Topçu Okulu'nda yedek subaylığın okul dönemine başlamıştım. Üniversite bitirmişi bulmak zor. Okul başlayalı daha bir ay bile olmamışken birbirimize kaynaşıverdik. Zaten; o günlerde gençlikte şimdiki dağınık düşünceleri bulmak zor, Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine inanıyoruz üstelik yazdığım gibi herkes geleceğe umutla bakıyor.
İşte bu ortamda seçimler yapıldı. Kampanya sırasında dini referanslar bol bol kullanıldı, plan değil pilav istiyoruz sloganları üretildi. Ama bizler, belki de tüm öğrenciler yeni sistemin yürüyeceğine inanıyoruz. O zamanlar televizyon filan yok, küçük transistörlü radyoları bulmak bile akıllara ziyan. Zaten; onları kullanmak da yasak. Akşam saat 22.oo olunca yatakhanelere girip uyumaya başlamamız gerekiyor. Öyle de oldu yattık ama, uyuyan kim? İçten içe gizlice seçim haberlerini dinliyoruz. Kimselerin de itiraz filan ettiği yok. Uyumamaya itiraz etmiyoruz ama hoşumuza gitmeyen bir şeyler oluyor, hissediyoruz.
Birden benim gibi üst ranzada yatan Ziraat Mühendisi Ankaralı Yavuz'dan önce bir "Taa.." diye başlayan bir küfür sesi yükseldi. Ardından; Yavuz'un küfrü "Yahu Deveye diken...... " diye sürdü gitti. Doğrusu bu ya; böyle konulara meraklı olmama karşın o küfrü, o güne dek duymamıştım.
Şimdi ise; yazmadan edemeyeceğim; açıkçası 24 Haziran seçim gecesi o küfür aklıma gelmedi desem kendime hakaret etmiş olurum.
Esenlikle kalınız.